Kış bastırınca, mezralarla birlikte 400 bini aşkın köyden, 15 bininin yolları kapanmış. Bana sorarsanız, büyük aşama doğrusu.
Çünkü yolu kapanan köy sayısı, pekâlâ 100 bin de olabilirdi.
Nüfusun 18-20 milyon kadar olduğu, eski İstanbul Dükalığı dönemlerinde; kimsenin haberi bile olmazdı, kışın yolları kapanmış köylerden...
Karaköy'ü, Eminönü'ne bağlayan ünlü Köprü'nün; Haliç yakasıyla, Kadıköy yakası; tüm Türkiye'nin de özetini yansıtan tipik bir fotoğraf gibiydi.
Çarşaf, sakal ve yamalı kasketle hasır sepet, küçümen Haliç vapurları iskelesine yönelirdi; kravat, fötr şapka, tayyör ve yüksek ökçeli ayakkabı, Kadıköy iskelesine...
Önce Tanzimat, sonra da İttihatçı ve Cumhuriyetçi uzantısı, sivil-militer üst düzey bürokratların; iyi liselerden geçip bürokrasiye kapılanmış mahdumları için, donanımlı eşler yetiştiren ünlü kız liseleri vardı; Erenköy Kız Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi v.s..
1 milyon nüfuslu İstanbul Dükalığı'nın kalbur üstü 50 bin ailesiyle, İstanbul'da yaşayan azınlık aileleri için; hayat kış-yaz toz pembe bir yumuşaklıkla monotonluk içindeydi.
6 ay kış boyunca yolları kapanan köyler, kimseyi ilgilendirmezdi.
Köylerin de, resmi bayram törenlerinde giyilen, ne fraktan haberleri vardı, ne de silindirden...
Kış bastırınca mezralarla birlikte 400 bini aşkın köyden, 15 bininin yolu kapanmış...
Bu da çok doğal...
Madem ki, kadınlarda ortalama okuldan geçmişlik süresi 2.5 yıl..
Madem ki, toplam gazete tirajı 30 milyon olacağına, sadece 3 milyon..
Madem ki, adam başına yılda kitaba harcanan para 500 dolar olacağına, sadece 2 dolar..
Madem ki, adam başına ulusal gelir birimi; 20 bin dolar olacağına, 2.350 dolar..
Türkiye'nin gerçek yüzünü maskelemek isteyen üst düzey yönetim kadroları, işin kolayını hamaset şiirlerine abanmakta bulmuşlardı.
Bir yandan resmi bayramlarda kurulan takların üstüne, "Köylü efendimizdir" diye yazılır, bir yandan da okullarda Mehmet Emin'in şiirleri ezberletilirdi:
"Ben bir Türk'üm, dinim cinsim uludur"
Türkiye'nin gerçek yüzünü ortaya koymaya kalkan yazı adamlarının ise, hayatı kurutulurdu.
Derken 1947'de Amerika'nın başlattığı "Karayolları seferberliği" ile bir taşra patlaması oldu.
Azınlıklara karşı uygulanan "Varlık Vergisi" ile ırgalanan İstanbul Dükalığı, tuzla buz oldu...
Ve yeni bir inanç çıktı ortaya, "zengin ol da, nasıl olursan ol"...
Hazine arazileri de yağmalanmaya açıktı; siyasetçi aracılığıyla, resmi bankalar da...
Tam bir "görgüsüzler dönemi" başladı...
Mafya-siyasetçi-bürokrat talanı aldı yürüdü..
Soğuk Savaş sloganları da, çok güzel sütreliyordu yaygınlaşan talanı.
Pentagon ise, bir Sovyet saldırısına karşı Türkiye'de çete savaşlarını, ne tür örgütlerin başlatabileceği üstünde odaklaşıyor; ekonomik talana boş veriyordu.
Modern teknolojideki büyük aşamalarla, hızlanan saydamlaşma; şimdi artık Türkiye'yi de sarmalamaya başladı.
Artık büyük kentlerde yaşayanlar da biliyor, 15 bin köy yolunun kapanmış olduğunu ve günde kaç kişinin donarak öldüğünü..
20-30 yıla kadar küresel sermaye; Türkiye'ye de, yılda 20 milyar doları aşkın yatırımlar yapmaya başlar...
Yeni değişimlere uyum sağlayabilenler, evrensel kalitede yaşar; sağlayamayanlar "kara bahtım kör talihim" çilesini çekmeyi sürdürür yine...
"Telif hakkı" bilincinden yoksun, oligarşik Şark yapılanmalarında; çağıyla beyinsel boyutlarda bütünleşme olanağı yok gibidir...
Yazıyı Rıza Tevfik'in bir dörtlüğüyle bitirelim:
Dilerim ki fani dünyada kimse,
Ömrünü mihnetle telef etmesin.
Fakat kâmil adam olmak isterse,
Elem çektiğine esef etmesin.