Amerika, son birkaç yıldır Türkiye ile ilişkilerini stratejik ortaklık kavramıyla tanımlıyor. Bu kavram, özünde, Washington'un bir ülkeye verdiği özel değeri ve onunla sürdürdüğü ayrıcalıklı ittifak ilişkilerini yansıtıyor.
ABD'nin, bu anlayışla bazı alanlarda Türkiye'nin çıkarlarına sahip çıktığı bir gerçek. Nitekim, Washington'un, ülkemize ek İMF kredileri verilmesini sağlaması, Öcalan'ın yakalanması için gerekli istihbarat bilgilerini Ankara'ya iletmesi, Türkiye'nin AB adaylığına kabulü için Avrupalı devletler nezdinde yoğun girişimlerde bulunması, Hazar havzası enerji nakil hatlarının Anadolu'dan geçmesini öngören projelere destek vermesi ve ülkemizin ekonomik potansiyelini ortaya koymak amacıyla Türkiye'yi on yükselen pazar kategorisine dahil etmesi, bu sahiplenmenin bazı örnekleridir.
Buna rağmen, Washington'un, Türkiye'ye yakıştırdığı stratejik ortaklık sıfatının tüm icaplarını yerine getirebildiğini söylemek de zor.
Çünkü, stratejik ortaklık, esasında, bir müttefik devletle, askeri ve siyasi konulara ilaveten, ticari, ekonomik, kültürel ve diğer birçok alanda yoğun işbirliğini içeriyor. Ayrıca, bu ayrıcalıklı ittifak ilişkisi, tarafların birbirlerinin çıkarlarını özenle kollamalarını, yoğun istihbarat paylaşımını ve siyasi ve askeri alanlarda her düzeyde danışmaları sağlayan ikili kurumsal mekanizmalar oluşturulmasını öngörüyor. ABD, bu tür ilişkileri olan müttefiklerine ileri teknoloji ürünü silahları vermekte beis görmüyor.
Örneğin, İngiltere, Kanada ve İsrail ile ilişkilerin, Amerika açısından tipik stratejik ortaklık niteliği taşıdığı söylenebilir. Ancak, bu ülkelerle ABD arasındaki ilişkilere biraz dikkatli bakılırsa, stratejik ortaklığın temelinde, köklü, insani, etnik, sosyal ve tarihsel bağların yattığı görülür.
Bu bağlar, Amerika ile bu ülkeler arasında, ticari, ekonomik ve kültürel alış-verişi yoğunlaştırarak tarafların refah ve güvenliklerine katkıda bulunan geniş ortak çıkar alanları yaratmış, stratejik ortaklık da böyle bir temel üzerine oturtulmuştur.
Bu temelin can alıcı noktası, ortak çıkarların Amerikan kamuoyu tarafından da sahiplenmiş olmasıdır. Örneğin, Washington, bazı iç ve dış etkenler nedeniyle, İngiltere, Kanada veya İsrail'in çıkarlarını gözardı etmeye yönelirse, Amerika'daki Anglo-sakson ve Musevi kökenli lobi grupları, süper güç Amerika ile küçük ortakları arasındaki çıkar dengesini korumak için derhal harekete geçerler.
Oysa, ABD'deki Türk varlığının zayıf olması nedeniyle Türk-ABD ortak çıkarlarını sahiplenen bir kamuoyu yoktur. Kaldı ki, Amerika'daki anti-Türk lobiler o denli etkilidirler ki, Washinton'un Türkiye politikasını normal mecrasından çıkartmakta ve ikili ilişkilere ciddi zararlar vermekte son derece başarılı olmaktadırlar.
Böyle olunca, Türkiye düşmanı etnik lobiler nötralize edilemediği sürece, ülkemizle ABD arasındaki ilişkileri gerçek anlamda stratejik ortaklık temeline oturtmanın çok zor olacağı anlaşılır.
Ancak, anti-Türk lobileri etkisizleştirmenin bir yolu var. Bu da, iki ülke arasındaki ticaret hacmini ve yatırımları dört-beş misline katlamaktan geçiyor. Böylece, yoğunluk kazanacak ortak çıkarlara, kazançları nedeniyle her iki ülkede de sahip çıkan gruplar ve lobiler oluşacaktır. Bunların Türk-Amerikan ilişkilerinin istikrarlı gelişmesine duyarlı olmaları ve anti-Türk lobilere karşı bir denge unsuru oluşturmaları doğaldır.
Halihazır ortam, bu doğrultuda gerekli adımların atılabilmesine son derece müsait görünüyor. Zira, Türkiye'nin, uyguladığı "laik-demokratik-cumhuriyet" yönetim sistemiyle İslam hissiyatının radikallikten uzaklaşmasını sağlayacak bir model ve mıknatis görevi yapma potansiyeline sahip bulunduğunu farkeden Washington'un gözünde, Ankara, terörle global savaş stratejisinde merkezi bir önem kazanmış bulunuyor.
Bu durumda, ABD, Türkiye ile ilişkilerini gerçekten bir stratejik ortaklık temeline oturtmak istiyorsa şu vaktiyle ortaya atılıp da uygulanamayan "no aid, but trade" (yardım değil, ticaret) sloganını, buna bir de "yatırım" unsurunu ekleyerek hayata geçirmesi gerekiyor. Başbakan Ecevit'in bu hafta Washington'a yapacağı ziyaret ilişkilere bu boyutun kazandırılması için mükemmel bir fırsat oluşturmuyor mu?