Yıl 1894.. Bundan tam 108 yıl önce.. Almanya ile yaptığı savaşı kaybeden Fransa mağlubiyetin faturasını Yüzbaşı Dreyfus'a çıkarır. Fransa Savaş Bakanlığı'nda çalışmakta olan Dreyfus, Fransız ordusunun sırlarını Alman Ataşesi'ne satmış, savaş bu yüzden kaybedilmiştir.
Sadece Savunma Bakanı'nın ifadesine güvenilerek, bir bakanın yalan söylemeyeceği varsayımına göre verilen kararla Yüzbaşı'nın rütbeleri sökülür ve Şeytan Adaları'na sürgüne gönderilir.. Kürek mahkumu olarak..
Oysa Yüzbaşı Dreyfus masumdur. Onu savunmak ve bu haksızlığı ortaya koymak için mücadeleyi başlatan ise hukukçular değil, bir yazar olur; Emile Zola.. Zamanın Cumhurbaşkanı Felix'e, çalıştığı gazetede bir açık mektup yayınlayarak tartışma ortamı yaratan Zola sonunda gerçeği kabul ettirir. Karar yanlıştır.
Yüzbaşı Dreyfus Fransa'ya döner, apoletleri söküldüğü yerde törenle tekrar takılır ve itibarı iade edilir.
Savunma Bakanı ise intihar eder.
Fransa'nın savaş başarısızlığı nedeniyle yaptığı büyük hata ile bizim ekonomik başarısızlığımız nedeniyle yaptığımız büyük hata arasında müthiş bir benzerlik var.
Türkiye'de de, arasında devletteki yolsuzluk ve israfların da, siyasi başarısızlıkların da bulunduğu birçok nedenle ekonomik çöküşün başlamakta olduğunun farkedilmesi, suçun elçabukluğuyla masum işadamlarının, banka sahiplerinin üzerine yıkılmasına neden oldu.
Bakanlıklarda, devlet kuruluşlarında, KİT'lerde havalara savrulan trilyonlar, yapılan yolsuzluklar gizlenir, yapanlar, kendi aralarında Ğkoca TBMM'de- aklanırken tüm fatura, aslında ekonomiyi Ğve bazı durumlarda siyaseti de- lokomotif gibi taşıyan, binlerce istihdam sağlayan insanlara yüklendi.
Birkaç sorumsuz ve kin dolu medya mensubunun kışkırtmasıyla, haklarındaki iddialar, ispatlanmış suç gibi kabul edilerek bu insanlar tutuklandı. Aylarca özgürlükleri ellerinden alındı, insanlık onurları zedelendi.
Yazılarımı dikkatle okuyanlar hatırlayacaklardır "Haksız yere tutuklanan insanların suçsuzlukları anlaşıldığında onlara hayatlarından kaybolan tek bir günün bile hesabı nasıl verilecek" sorusunu uzun zaman önce sormuştum. Sadece işadamları, patronlar için değil, suçsuz olduğu halde tutuklanan herkes için sormuştum.
Şimdi hükümet de ekonomik krizi, iyice araştırılıp soruşturulmadan bankalara arka arkaya el konmasının başlattığını kabul ediyor, muhalefet de.. İşini kaybeden, aç kalan millet de..
Ve Ekonomiden Sorumlu Bakan Kemal Derviş "Bankaların kendi grup şirketine kredi açması suç değil.. Önemli olan kötü niyetin olmaması" diyor. "İyi değerlendirilecekse onlara da kredi verilebilir" diyor.
Geride kalan "zor durumdaki bankalar"ın kurtarılması için kaynak düşünülüyor.
Bu durumda ben daha önceden de sorduğum bir soruyu yinelemek istiyorum;
Batık durumda olsa asla Koçbank tarafından satın alınması düşünülmeyeceği bilinen ve satışından iki gün önce el konulan Etibank'ın sahibi Dinç Bilgin'in, serbest bırakıldığında (ki hükümetin, bakanların bütün şu açıklamalarından sonra zaten şu anda serbest olmalıydı) zedelenen itibarını kim iade edecek?
Öyle ya, olayın tek boyutu ekonomi değil!
Bilgin gibi tüm yaşamını "doğru"ya, demokrasiye, ülkesine adamış idealist insanlar paradan çok onurları, isimleri için yaşarlar.
Anayasa'nın 10. maddesi de "Kanun önünde eşitlik" prensibidir. Bakanlığı'nda yolsuzluk yapıldığı kendi müsteşarlarınca açıklanan bakanları aklayan ve "iade-i itibar" yapan Meclis, Anayasa'nın 10. maddesine göre, o bakanları (veya liderleri) seçen vatandaşına da iade-i itibar yapacak mı?
Ben işte bunu çok merak ediyorum!