kapat
07.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

İnternet ve yabancılaşma

ÖZER ELTUGAY

Bundan uzun zaman önce William Shakespeare, "dünya bir tiyatro sahnesidir" demişti. Shakespeare için teatral bir içeriğe sahip olan yaşamda bizler sahneyi paylaşan oyunculardık. Ancak Shakespeare'den bu yana sahnemiz değişmemesine karşın oynadığımız oyunda 'bireyler' olarak varlık alanlarımız gitgide azalmaya başladı. Shakespeare döneminde varolmak bir anlamda üretmekle eşdeğerken, günümüzde varolmanın temel koşulu durmadan daha fazla tüketmek şeklinde algılanır oldu. Kısacası hayat Shakespeare'den bu yana çok değişti. Örneğin daha refah içinde bir dünya talebiyle biçimlenen teknoloji, galiba bizleri kendine mahkum ederek, bizi birbirimizden uzaklaştırmaya başladı. Aslında bu kaçınılmaz bir süreçti ve bu süreç daha çok bizim teknolojiyi yorumlama biçimimizle ilgili olarak yaşandı. Yani eskilerin deyişiyle müsebbibi teknoloji değil, bizlerdik. Yeteneklerimizin ve başarılarımızın yüzyıllar süren macerası bizleri o kadar çok değiştirdi ki, sonuçta giderek başarılarımızın kurban! ı ! olmaya başladık. Evet, hayat hâla yeryüzü sahnesinde oynanan bir oyun, ancak bu oyunda bizler Shakespeare'in dediği gibi, eskisi kadar hayatlarımızın başrol oyuncusu değiliz. Artık teknolojik, sosyal, kültürel, ideolojik ve ekonomik veriler, insanlara karmaşık ve çözümlenmesi gereken bambaşka bir dünya sunuyor.

Dünya o kadar hızlı bir başkalaşım süreci içinde ki, içinde bulunduğumuz dönem bile birden fazla sıfatla anılmakta. Öyle ki; kimilerine göre enformasyon, kimilerine göre postmodern, kimilerine göreyse kitle iletişim çağında bulunuyoruz. Ancak vurgu hangisine yapılırsa yapılsın, bütün tartışmaların temelini teknoloji dolayımlı KİA'nın (bundan sonra KİA olarak anılacaktır) toplumsal yaşam üzerinde artan etkisi ve bunun olası sonuçları oluşturmakta. Aşağıdaki metin de genel olarak KİA'nın konumunu ve işlevlerini kısaca gözden geçirdikten sonra, yaşamımıza hızla giren internetin bir KİA olup olmadığını tartışarak, yabancılaşma kavramından yola çıkarak, elektronik ortamda! ki! kitlesel etkileşimin birey-birey ve birey-toplum ilişkilerini ne şekillerde belirleyebileceği hakkında bazı soru işaretleri oluşturmayı amaçlamaktadır.

Bu metin, içeriği bağlamında tartışılır olma özelliğiyle, 'çoğaltılmaya' son derece elverişlidir. Çünkü toplumsal yaşama yeni giren bir olgu olarak internet aslında çok geniş bir kapsama sahiptir. İnternet yalnızca bilgi paylaşımı demek değil, küresel dünyanın büyük oranda temsil edildiği öyle bir platformdur ki, artık kendine özgü terminolojisi, kuralları ve araçlarıyla insan zihnindeki sınırlara bile meydan okumaktadır.

Gündelik yaşamımıza soktuğu pek çok yenilikle birlikte, genel olarak bir iletişim biçimi olan interneti anlamak için bir anlamda öncülleri olan KİA'yla ilgili değerlendirmeleri gözden geçirmek, aradaki benzerlik ve ayrımları kısaca bulgulamak gerekmektedir. Çünkü geleneksel KİA hakkındaki görüş ve düşüncelerden referans almak, sosyal bir olgu olarak interneti anlamamızı kolaylaştıracaktır.

Kitle iletişiminden sözetmek için öncelikle internetle doğrudan ilişkili bir kavram olan iletişim kavramına kısaca değinmek gerekmektedir. İletişim, gerek sözcük düzeyinde gerekse kavramsal düzeyde doğrudan, yani yüzyüze, veya bazı dolayımlarla bütün enformasyon akışını ifade etmekte kullanılan çok geniş bir açılıma sahiptir. Yapılan bir araştırma sonucunda 4560 çeşit kullanımı saptanmış (Zıllıoğlu, 1996: 4), olan iletişim kavramının geçerliliği, anlamlı kodlar içeren iletinin yerine, ulaşmasına ve buna bağlı olarak da ileti kaynağının bir şekilde hedefin tepkileriyle etkileşmesine bağlıdır ve bu bağımlılık ilişkisi belirli yöntem, teknik ve mekanizmaları içerir. Dolayısıyla, iletişim bir "yayımlama eylemi" (Şenyapılı, 1981:39), olduğu kadar aynı zamanda "alma ve tepki göstermeyi de (reaksiyonu) kapsar." (Şenyapılı, 1981: 40) Kitle iletişiminin diğer iletişim biçimlerinden ayırıcı özellikleri genel olarak şu şekilde sıralandırılabilir: Öncelikle kamusaldır ve kurumsallığı gerektirir. Ancak burada kurumsallık, 'kamu yararına' olduğu varsayılan belli ilke ve politikaların oluşturulması ve uygulanması etkinliklerini de içermektedir. Bundan başka KİA tarafından yayılan kültürel ürünler halkın çoğunluğu tarafından kolayca elde edilebilir. Bütün bu özellikleriyle birlikte kitle iletişimi, tek bir kaynaktan çok sayıda tüketiciye yönlendirilmiş sürekli bir bilgi akışını ifade etmektedir.

İnternetin ne tür bir kitle iletişimi gerçekleştirdiği de önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. KİA genel olarak görsel, işitsel ve görsel-işitsel olmak üzere üç ana grupta sınıflandırılmaktadır. Tüketiciler açısından baktığımızda KİA ve internet arasında önemli bir farklılık mevcuttur. Her bir KİA'nın olanakları çerçevesinde belli sınırlılıkları vardır ve tüketiciler de bu sınırları gözetmek zorundadır. Örneğin, işitsel bir aygıt olarak radyo, dinleyicisine yalnızca işitsel olanakların elverdiği ölçüde enformasyon akışını gerçekleştirebilir. Ancak internet bütün bu kategorilerden daha fazlasını yapısında barındırdığına göre, şu ana kadar geliştirilmiş KİA tanımlarının dışında bir yer almalıdır. İnternet her ne kadar kurumsal ve kamusal içeriğiyle KİA'na benzer bir yapıya sahip olsa da, hem radyo, hem televizyon, hem film izleme aygıtı, hem de yazılı basın işlevlerini bir arada barındırdığı gibi, bunların da ötesinde elektronik posta ve sohbet olanaklarına da sahipti! r.!

Dolayısıyla internetten sözederken, onun bir KİA değil, daha çok bir kitle etkileşim aracı olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır. Çünkü internetin en belirleyici özelliklerinden biri enformatik akışın kullanıcılar tarafından yönlendirilebilmesidir. Diğer bir deyişle kullanıcılar, enformasyonla etkileşme olanağına sahiptir.

Şimdi yukarıdaki açıklamalar ışığında İnternet nedir sorusunu yanıtlayalım. Herhalde bu soruya verilebilecek en genel yanıt internetin bir bilgi paylaşım ağı olduğudur. Bu ağda, bilgisayar ortamına aktarılan her türlü veri, hemen herkes tarafından kullanılabilmekte ve kullanıcılar sınırsız bir enformatik olanağa kavuşmaktadır.

Aslında bilgi paylaşımı veya tüketiminin internet gibi bir ortam sayesinde kolayca gerçekleşebilmesi yeni bir siyasal ve sosyal ütopyanın da oluşmasına olanak tanımıştır. Gerçekten de internet insanlık adına son derece heyecan verici bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz şu süreçte her ne kadar kapsamını ve sınırlarını çok somut olarak bilemesek de, bilginin kullanımı ve paylaşımındaki eşitlikçilik, toplumsal kaosları ve toplumlararası kültürel, ideolojik, ekonomik, sosyal ve siyasal uçurumları bir tür küresellik miti içinde eritebilecek argümanı insanlığın hizmetine sunmaktadır. Ancak bütün yeryüzü kültürlerinin ortak bir sanal coğrafyası olarak internet, kültürel içeriklerin buluştuğu bir alan olarak, acaba kendi özgün kültürünü belirginleştirebilecek midir? Yoksa bu çaplı bir küresel buluşma, her bir kültürel bütünlüğün özgünlüğünü korumasını giderek daha da güçleştiren bir etkinlik alanı olarak bir takım riskleri mi barındıracaktır?

İnsan coğrafyası ! il! e sanal coğrafya, gerçekte ne tür bir ilişki içinde olmalı ve bu ilişkinin doğası ne şekillerde tezahür etmelidir? Herhalde internetin sosyal boyutundan ve yabancılaşmadan sözederken üzerinde en çok durulması gereken sorular bunlar olmalıdır.

Gerek KİA, gerekse internet hakkında düşünürken zaman ve zamanın kullanım biçimleri önemli bir ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü zaman, "toplumsal gelişmenin belli bir basamağından itibaren olayların akışıiçindeki yerlerini tayin edebilmek için insanların öğrenmek zorunda oldukları bir araç" olarak, (Elias, 2000: 35) önemli bir kültürel ve doğal koşullanmadır. Zaman üzerine yapılan tartışmalar genelde iki görüş etrafında odaklanır: Bunlardan birincisi "zamanın doğal fiziksel dünyanın nesnel bir öğesi olduğunu savunurken, karşıt görüş de, zamanın olayları birlikte görme biçimi olduğunu" (Elias, 2000: 16) ileri sürer. Burada bizim için önemli olan nokta ise, her iki görüşün de "zamanın bir doğa verisini temsil etmekteolduğunu" (Elias, 2000: 17) ön koşul olarak kabul etmesidir. Zaman, doğaya, ve doğal olana içkin bir kavram olduğuna göre, zamanı bilme ve zamana kayıt düşme gereksinimi, "silsile içinde birbirinin ardından gelen durumların ve süreçlerin, birbirleriyle d! oğ! rudan karşılaştırılmalarının mümkün" (Elias, 2000: 22) olmamasından kaynaklanmaktadır.

İnternetin kanımca en belirleyici özelliği, modern insanın zaman kavrayışına belli noktalarda hitap etmemesidir. Yukarıdaki bağlam uyarınca, tarihselliğin bir ilk koşulu olarak zamanı, hayatın soyut bölümlenmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Modern zaman algısı bireyin ve toplumların organizasyonu ile, farklı zaman dilimleri arasında karşılaştırma ve değerlendirme olanağı sağlamaktadır. Bu haliyle aslında bir soyutlama olan zaman, tarihsel ve yaşamsal neden sonuç ilişkileri geliştirilmesinde son derece somut bir işlevi yerine getirir. Zaman kavramıyla anlam kazanan geçmiş, şimdi ve gelecek ayrımı da tarihselliğin belirleyici unsurlarıdır.

Zaman kavramının yaşama ilişkin bir önemli etkisi de sınırlılık duygusunu meşrulaştırmasıdır. Yani her bir eylem veya etkinlik, kültürel bir gereklilik olarak kendine ayrılmış olan 'ideal zamanı' içinde gerçekleştirilebilir. Zaman, insandaki ritm algısıyla da ilişkilidir. Örneğin, günün belli saatinde yemek yiyip, belli saatinde uyuduğumuz gib! i,! daha geniş bir perspektifte de, yaşam boyunca belli bir ritm veya tarihsel dönüm noktaları mevcuttur. Buna bağlı olarak eğitime başlama yaşı, evlenme yaşı, askere gitme yaşı gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bir internet kullanıcısı için ise, bu anlamda bir doğal, 'ideal zaman'dan söz edilemez.

Çünkü internetin önemli bir özelliği, her bir veriyi zamandan bağımsız olarak kullanıcıya iletmesidir. Diğer bir deyişle internet kullanım sırasında kullanıcı bir anlamda tarihselliğinden arınır. Kullanıcı gündelik yaşamındaki zamana ilişkin sınırlılıklarından bağımsızlaşmıştır. Artık geçmiş ve gelecek kavramları, internet kullanımı sırasında pek anlam taşımaz. Bunun bir nedeni, internetin zaman ve mekan farklılıklarını önemsizleştiren bir elektronik bilgi ağı olarak, istenen her yerden ve her zaman erişime olanak tanımasıyken, diğer bir nedeni de internetteki veri akışının sürekliliği ve bu sürekliliğin belli bir periyoda sahip olmamasıdır. Bu noktada internet ile kitle iletişim araçları arasındaki ayrım belirginleşmektedir: Kitle iletişim araçlarının temel özelliklerinden biri zamana bağımlı olmalarıdır, yani belli periyotlarla enformatik akışı gerçekleştirirler. Gazeteler günlük veya haftalıktır, radyolar ve televizyonlar yayın akışları uyarınca belli formatlı yapımları belli gün ve saatte yayınlamak zorundadırlar. Bu durum aynı zamanda kitlesel iletişimin bir temel koşuludur. Her bir KİA, tüketici hedefine neyi nerede ve ne zaman bulabileceğini yapısı ve işleyişi gereği bildirmek zorundadır.

Görülüyor ki, yaşamı organize eden ve güdüleyen bir kavram olarak zamana atfedilen değerin içeriği, internet kullanımı sırasında önemini yitirmektedir. Dolayısıyla internet kullanımının kültürel bir koşullanmışlık olarak zamanın kullanımı açısından bireyi yabancılaştırıcı bir özelliğe sahip olduğu ileri sürülebilir.

KİA'na yönelik araştırmalar yapan önemli düşünürlerden biri olan Baudrillard, yukarıda yalnızca internete özgü olarak düşündüğümüz zaman algısına bağlı yabancılaşma etkisinin, kitle iletişim araçlarının bütünü için geçerli olduğunu söylemektedir. Baudrillard, kitle iletişim araçlarının yaydığı enformasyon için "kavramları kendi kritik referans bölgesinden koparmaya yaramakta, olayları periferideki bir boşluğa atıp, orada dijital biçimde işlenmesini ve bilgisayarlar, devreler ve networkler içinde dolaşıp durmasını sağlayarak zamanı da yok etmektedir" demektedir. (Horrocs, 2000: 10) Tabii, yinelemekte fayda var ki, burada "yok olan zaman" ifadesi aslında bizim kültürel zaman algımıza işaret etmektedir.

Çalışmanın başından beri 'yabancılaşma' terimini, sıkça kullanmamıza karşın, sözcüğe tarihsel süreç içinde yüklenen anlamlara hiç değinmedik. Şimdi, yabancılaşmayı bir an için konumuzdan bağımsız olarak değerlendirelim ve bu kavrama yüklenen anlamları kısaca gözden geçirelim. Böylece bağlam içinde, internete dair vurgumuzu biraz daha belirginleştirme olanağına kavuşacağız.

Yabancılaşma konusunu kapsamlı olarak ilk kez ele alan düşünürlerden biri olan Hegel'e göre yabancılaşma (Tolan, 1981: 76), "bütün'ün bir gelişim süreci içinde somut bir tarzda belirlenmesinde zorunlu olan ve genel anlamda tüm yaşam hareketine biçim veren bir uğrak(moment)tır." (Kızıltan, 1986:12) Hegel insani etkinliklerin, insanın yaşadığı çevre ve içinde bulunduğu koşullar arasında varolan uyumsuzluğu yabancılaşmanın temel gerekçesi olarak değerlendirmektedir. Yabancılaşma yaşam döngüsü içinde, toplumsal olanla bireysel olan arasındaki denge kurma uğraşı olarak Hegel'e göre kaçınılmazdır.

Hegel insanın varlık yapısının özünü kendisinden uzaklaşarak kavrayabileceğini söylerken, Marx bu ifadeyi birazcık daha genişleterek, "insanın özünün gerçek temeli herbireyin, her kuşağın kendinden önce bulduğu üretim güçlerinin, sermayelerinin ve sosyal ilişki formlarının toplamıdır" (Kızıltan, 1986: 32-33) demektedir. "Marx'a göre insanlık tarihi, insan varlığının giderek gelişmesi, ama aynı zamanda giderek yabancılaşması anlamına gelmektedir." (Tolan, 1981: 142)

Toplumsal ilerleme aşamaları gerçekleştikçe ilkel toplum yapısında yaşamını idame ettirmek için her türlü materyale kendi olanakları çerçevesinde sahip olan insan, bu özelliğini yitirerek "başkalarının oluşturduğu uzmanlaşmış topluluklara katılır ve adeta üretimin bir aracı olur." (Magee, 1985: 41'den Aktaran Bayhan, 1997: 31) İşte bu dur