kapat
26.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Eyvah! Başbakanımız ABD'ye gidiyor

Hayır, hayır... Sandığınız gibi değil. Korkum Ecevit'in malum durumundan kaynaklanmıyor. Daha doğrusu korkumun tek sebebi bu değil. Başbakanımızın ABD ziyareti boyunca, güç duruma düşmemesi için dışişlerimizin ve heyetteki diğer yetkililerin gereken bütün önlemleri alacaklarına inanıyorum. Daha doğrusu inanmak istiyorum.

Benim korkum, bugünlerden başlayarak Başbakan'ın ABD ziyareti süresince de devam edecek olan yayınlardan kaynaklanıyor. O utandırıcı yayınlardan...

Hatırlayın, ne zaman bir devlet büyüğümüz ya da Başbakanımız ABD'ye gidecek olsa, kendimizi rezil etmek için elimizden ne gelirse yaparız.

Yok Başbakanımız Başkan'la öğle yemeği mi yiyecek, yoksa öyle ayak üstü bir drink mi alacak... Yok Başkan bizimkine birinci ismiyle mi hitap etti; yoksa soyadıyla mı; "Dear" dedi mi, demedi mi? Yok öğle yemeği büyük devlet başkanlarına layık zengin bir menüden mi oluşacak; yoksa öylesine geçiştirilecek mi... Birinci sayfalar, haber-yorum sütunları bu mühim meselenin ayrıntılarıyla dolar. Eski diplomatlar, diplomatlığa özenen gazeteciler yorum üzerine yorum patlatır. Süper devlet başkanının bizim başbakanın elini kaç saniye süreyle avucunun içinde tuttuğunu ya da kaç saniye göz göze bakıştıklarını tespit için kronometreler tutarız. Ve bu süreleri, bir ulusun itibar göstergeleri olarak ana haber bültenlerinin ilk haberlerine, gazetelerimizin manşetlerine taşırız.

Böyle kompleksler içinde kıvranmanın bir sonucu olsa gerek, ziyaret sırasında gösterilen en küçük bir ihmal, en önemsiz bir protokol hatası yüzünden müthiş bir alınganlıkla öfkelere kapılır; buna karşılık muhatabımızdan gelen en ufak bir komplimanı, küçücük bir jesti, kibarlık için söylenmiş basit bir övgü cümlesini ise "maksadını aşan bir şekilde" şişirdikçe şişirir, kendimizi yere göğe koyamayız.

***
Benim milli gurur kavramına pek yakın olduğum söylenemez.

Ama inanın, bu tip yayınlar karşısında ben bile müthiş bir gurur krizine giriyorum. Hani o kimilerinin dillerinden düşürmediği "600 yıllık şanlı tarih", "Üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun ahfadı olmak" gibi duygularım depreşiyor. Devrimden sonra Paris'te taksi şoförlüğü yapmak zorunda kalan Rus aristokratların müşterileri tarafından tanındıklarında duydukları utanca benzer duygular kaplıyor içimi... TV karşısındaysam, kanepenin altına saklanasım geliyor. "Tokalaşırken elini on saniye bırakmadı" türünden manşetleri yabancıların okuduğunu düşündükçe yüzüm kızarıyor.

Bunun yerleşik bir ruh hali olduğunu ve bu ruh halinin sözde değil özde düzeltilmesi gerektiğini de biliyorum.

Öte yandan şunu da biliyorum ki, Türkiye'nin globalleşme sürecinde diğer ülkelerle -özellikle de zengin ülkelerle- eşit ilişkiler kurabilmesi için kendini gerçekten de eşit gibi hissetmesi gerekir.

Bu işler tıpkı insan ilişkileri gibidir. Bir insanın kendini karşısındakiyle eşit hissetmesi için onun kadar zengin olması, onun kadar güçlü olması gerekmez. Mesele, insan olma bakımından eşit olduğunuzu hissetmektir. En az karşınızdaki kadar onurlu, karşınızdaki kadar akıllı ve saygın olduğunuz konusunda içi rahat olmaktır.

Özellikle de biz gazeteciler büyük adamlarla karşı karşıya geldiğimizde bu duyguyu sık sık yaşarız.

Kendinizi ya gerçekten karşınızdakiyle eşit hissedersiniz; ya da hissetmezsiniz.

Eşit hissetmiyorsanız, eşitmiş gibi davranamazsınız.

Öyle davranamadıkça da işinizi iyi yapamazsınız.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır