Dünkü yazımda Cumhurbaşkanı Sezer'in, Meclis'ten önüne gelen yasaları, Anayasa'ya aykırı gördüğünde Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açma hakkını kullanmak yerine arka arkaya veto ederek kendini TBMM ve Anayasa Mahkemesi'nin üstünde gördüğünü belirtmiştim özetle.
Bundan tabii ki tüm 'veto'larına itiraz ettiğim anlamı çıkmamalı. Bazılarında haklı ve gerçekten desteklenecek gerekçeler vardı ama bu hak sürekli olarak birçok kanun ve 'kanun hükmünde kararname' için kullanıldığı zaman Meclis egemenliği, dolayısıyla "milletin egemenliği" zarar görmeye başlar.
Özellikle halkın, Meclis'e olan güveninin azaldığı bir ortamda, bu güvensizliğin bir otorite tarafından teşviki anlamını taşır.
Bir cumhurbaşkanı halkın sempatisini, desteğini kazanmak ister ama normal olarak demokrasilerde bunu, parlamentoyu zayıflatarak, onunla çekişir bir havaya girerek yapan cumhurbaşkanına da rastlayamazsınız.
"Ekonomik suçları DGM'lerin kapsamından çıkaran" yasanın veto edilmesi her bakımdan çok şaşırtıcı. "Kamunun duyarlılığı" nedeniyle veto edilmiş. Dün söylediğimi tekrarlayayım;
Nasıl karar vermiş buna Sayın Cumhurbaşkanı? Bu hukuka dayalı bir karar mıdır, yoksa duygusal bir karar mı?
DGM'ler Anayasa'da yeralan bir kuruluş olmasına rağmen adli yargı içinde normal bir mahkeme tarzı değil, Olağanüstü hallerle ilgili olarak kapsamı Meclis'e bırakılmış. Yani DGM'lerin görev alanını Meclis, duruma göre isterse genişletebiliyor veya daraltabiliyor.
Bu durumda Cumhurbaşkanı'nın çıkıp "Ben buna şu nedenle razı değilim" deme hakkı da pek yok.
Öte yandan DGM'lerdeki yargılama sisteminde hukuka aykırı birçok nokta var.
Orada insanların özgürlüğü sadece "şüphe" üzerine sınırlanabiliyor. Adalet varsa bu yapılamaz.
Orada "şeffaflık" prensibi işlemiyor. Sanığın kendisi bile neyle suçlanarak içerde tutulduğunu bilmiyor. Adalet varsa bu da yapılamaz.
Kısa süre önce Yargıtay Başkanı Sami Selçuk da "DGM'ler tümüyle kaldırılmalı" demişti. Peki bütün bu gerçekler ortada dururken bir hukukçu, işin hukuki yanına ve uluslararası sözleşmelere mi bakar yoksa "kamu duyarlılığı"mı der, bu soruyu Meclis Anayasa Komisyonu Başkanlığı da yapmış olan Avukat Burhan Apaydın'a sordum. Şunları anlattı;
"1) Türkiye BM İnsan Hakları Beyannamesi'ni kabul etti. Bu beyannamede özgürlüklere ilişkin bütün hükümler mevcut. Avrupa Konseyine üye olmak için de 'İnsan Temel Hak ve Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi'ni imzaladı. Bugün Anayasa'nın 19. maddesinde yeralan 'kişi güvencesi' olarak belirlenmiş prensip bu sözleşmeden alınmıştır. DGM'lerde ne uluslararası sözleşmelere ne de 19. maddeye uyulmuyor. AİHM de Türkiye'yi en çok bu maddeden mahkõm ediyor. Oysa bütün mahkemeler ve hakimler Anayasa hükümlerine bağlıdır.
2) CMUK'un 395. maddesi de 'Ancak kesinleşmiş mahkeme kararları uygulanır' diyor. Bu emredici karardır. Yani mahkemesi devam eden kişiyi tutuklayamazsınız. Oysa DGM hakimleri kararını önceden vermiş gibi, kafasında asgari bir süre belirleyerek tutuklama yapıyor. Peşin hükümle yargılıyor. Bu 'hakimin tarafsızlığı' ilkesini ortadan kaldırır.
Ve tabii en önemlisi;
3) Herkes suçluluğu ispatlanıncaya kadar suçsuzdur, masumiyet karinesi DGM'lerde işlemiyor. Bütün bunlar hukuka aykırı uygulamalardır, bu nedenle DGM'lere itirazlar yerindedir."
İşte böyle.. Hukuka, gerçeklere bakınca Cumhurbaşkanının son kararında haksız olduğu açıkça görülüyor.
Hukukçu Cumhurbaşkanı'nın bunları bizden iyi görmesi gerekmez mi?
Ahmet Necdet Sezer eskiden Yargıtay'da Medeni Hukuk uygulamasına bakarmış. Şimdi, ya veto etmemesi gerekeni ederken, asıl veto etmesi gereken Medeni Kanun'u etmeyiverirse?
Korkuyorum doğrusu!