Tarihin sonu ve uygarlıklar çatışması üzerine
11 Eylül 2001 tarihinde Birleşik Devletler'de meydana gelen terör saldırısı ve Afganistan olayları, Japon asıllı Amerikalı stratejist Françis Fukayama'nın "Tarihin Sonu" tezi ile Hardvard Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Enstitüsü direktörü Samuel Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" teorisini bir kez daha dünyanın gündemine getirmiştir. Francis Fukuyama "Tarihin Sonu ve Son İnsan" adlı kitabında, insanoğlunun ideolojik evrim sürecinde sona gelindiğini, beşeri yönetim biçiminin son evresi olan serbest piyasa mekanizmasına dayalı Batı liberal demokrasisinin, alternatif olarak gösterilen (faşizm ve komünizm gibi) değer sistemleri ve medeniyet yapılarının çökmesi ile, mutlak zaferini ilan ettiğini, böylece tarihin sonuna gelindiğini ileri sürer. Aynı zamanda dünyanın her tarafındaki politik ve ekonomik kurumların giderek aynı noktada buluştuğunu, aralarındaki farkın azaldığını söyler.
Fukuyama'nın farklılığın (diversity) önemini gözden kaçıran bu tezi, Graham Fuller gibi yine kendi ülkesinden pek çok sosyal bilimci tarafından eleştirilmiştir. Tarihin "doğrusal" bir çizgiden ziyade "dalgalı" bir seyir takip ettiği, dolayısıyla yeryüzünde insanoğlu var olduğu sürece, hiçbir fikrin veya ideolojinin dünyanın sonunu işaretleyen mutlak değer taşımayacağı görüşünü kendimize daha yakın bulmaktayız.
Samuel Huntington'ın temel tezi ise, dünya politikasının yeni döneminde halklar arasındaki esas ayırım ve çatışma çizgisinin, ideolojik ya da ekonomik değil, medeniyet ve kültür temelinde olacağı, önümüzdeki zaman diliminde başlıca çatışmaların uygarlıklar arasında meydana geleceğidir. Huntington'a göre halen dünyada çatışması muhtemel uygarlıklar, Batı, Latin Amerika, Afrika, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Budist ve Japon Konfüçyüs uygarlıklarıdır. Huntington biraz daha somut ifadelerle, Batı'nın bundan böyle karşılaşacağı meydan okumanın (challenge) kesinlikle İslam aleminden geleceğini de söylemektedir.
Bize göre Huntington, özetlemeye çalıştığımız bu tezinde birçok noktada yanılgıya düşmektedir. Bu noktalardan en önemlisi, onun medeniyetleri, birleşik bloklar ve birbirine kapalı bütünler olarak değerlendirmesidir. Bu dünyayı tek bir koda şifrelemek mümkün gözükmemektedir. Aynı şey İslam dünyası için de geçerlidir. Fas'tan Endonezya'ya uzanan geniş coğrafyada 1.5 milyar civarında Müslüman yaşamakta ve bunların çoğu farklı alt-kültür kümelerine ayrılmış bulunmaktadır. Medeniyetleri içine kapalı kültürel bütünler olarak görmek mümkün değildir. Dünya sistemi içinde Batılı ülkelerle diğer ülkeler çok karmaşık ilişkiler yoluyla birbirine bağlı bulunmaktadır. Kültür ve uygarlıklar arasında birçok ortak değer, kaynaşma, müsamaha ve sentez alanları vardır. Kur'an-ı Kerim'de yer alan "Ey kitab ehli, gelin aramızda müşterek olan bir sözde birleşelim" (ål-i İmran, 64) ayeti, medeniyetler arası ilişkilerde farklılıkların değil, ortak değerlerin temel olması gerektiğine işaret etmektedir.
İnsanlık medeniyetler arasında çatışmayı değil, barışı temin etmek için çaba sarf etmelidir. Medeniyetlerin çatışmasından sadece muayyen bir medeniyet değil, bütün medeniyetler olumsuz yönde etkilenecektir. Dünya barışını tehdit eden çatışmaları önlemek için, her uygarlığın önde gelen devletleri dünyanın çok uygarlıklı bir yapıda oluştuğu gerçeğini kabul ederek bir arada yaşamanın yollarını araştırılması gerekir. Dinler ve uygarlıkların uzlaştığı dönemlerde düşünce ve değerlerde büyük bir yükseliş görülmüş, ihtilafların çatışmaya dönüştüğü zamanlarda ise medeniyetler gerilemiştir. İslam uygarlığı, varoluşsal açıdan geleceğini çatışma atmosferinde aramamalıdır. İslam uygarlığının temelleri sağlamdır. Nitelikleri tarif edilebilecek nitelikte açık ve seçiktir. İnsan haklarına saygıyı, şiddetsizliği, adalet, dayanışma, doğruluk ve hoşgörüyü öngören temel ilkeleriyle kendisiyle rahat uzlaşılabilecek bir yapıdadır. Onun hiçbir medeniyet karşısında çekincesi yoktur.