Sonunda.. Doğan'ın uyanışı..
Kitabın adı böyle.. Doğa ile, sondaki n'in arasında boşluk var.. Uyanan hem doğa, hem de Doğan.. Doğan Canku öyle koymuş, CD'sinden sonra kitabının da adını.. Hayatta en sevdiğin 10 insanı say deseler bana, Doğan Canku, bunların içinde ve başlarında yer alır.. Muhteşem bir adamdır o.. Muhteşem bir sanatçı olduğu kadar, muhteşem bir insan, muhteşem bir dosttur.. Bir gün vaktim olsa da, onun hayatını roman gibi yazsam diye düşünmüşümdür hep.. O benden evvel davrandı, kendi hayatından bölümleri yazdı sonunda Doğa n'ın Uyanışı diye..
Kitabı masamın üzerinde görünce, şöyle bir açtım rastgele, iki elimle tutup..
Lolita ile bir anısını anlatıyor o bölümde.. Lolita o zamanlar Meksika'nın Ankara sefirinin çok tatlı, çok şirin, adına çok uygun lolita kızıydı. Doğan'la çok yoğun günler yaşamıştı. Tüm arkadaşlar, hepimizin sevgilisiydi Lola.. Araları şeker renk olduğunda, otomatik Doğan'ı haşlardık, kız tarafı olarak..
Babasının görevi bitince döndü onunla Mexico City'ye.. 1986'da Dünya Kupasına gittiğimde aradık. Beni evine davet etti.. Bir estetik doktoru ile evlenmiş. Bir kızı olmuş.. Yemek yedik, eski günleri andık.. Döndüm ve izini kaybettim. Avrupa'ya taşınmışlar, geri dönmüşler diye duydum, ama ne adres geçti elime, ne telefon..
Rastgele açtığım sayfada Lola'ya rastlayınca, daldım hemen okumaya..
Doğan o gece Lola ile buluşmak için sözleşmiş, ama sefir baba ailecek gidilecek önemli bir yemek olduğunu açıklayınca, Lola buluşmayı iptal etmiş. Doğan fena üzülmüş ve sinemaya gitmeye karar vermiş.. Evden çıkarken nereye gittiğini söylemez genelde.. O gece söyleyeceği tutmuş.. "Kavaklıdere sineması" diye.. Gitmiş ki, sinemanın önünde bir kilometre kuyruk.. Vaz geçmiş, 500 metre ötedeki öbür sinemaya gitmiş. Gişeye parayı uzatırken bir şey dürtmüş onu.. "Anneni kandırma, geri dön.." Fırlamış.. Kavaklıdere'ye gene.. Film başlamış, sıra bitmiş.. Yer de yok.. O sırada iki bilet iade edilmiş. Birini almış, içeri girmiş.. On dakika sonra karanlıkta yanındaki boş yere de biri oturmuş. Oturmakla da kalmamış, yavaş yavaş ona sokulmaya, hatta taciz etmeye başlamış. Doğan böyle şeylerden nefret eder. Parfüm kokusu alıp, yanında oturanın kız olduğunu hissediyor ama, koltuğun öte yanına iyice kaçıyor.. Kız azıtınca, azarlamak için ona doğru dönmüş.. Dönmüş ki, Lola..
Lola evde öyle bir surat asmış ki evde, babası ona izin vermiş. Eve telefon edip Doğan'ın gittiği sinemayı öğrenip gelmiş. Kalan tek bileti alıp içeri girmiş.. Doğan'ı yanında fark edince de bu oyunu planlamış.. Bunların hepsi iyi de, Doğan'ın belki de hayatında ilk defa evden "Ben şu sinemaya gidiyorum" diye çıkması, o sinemaya onca maceradan sonra girmesi ve ikisinin sinemada yan yana düşmesine ne demeli..
Doğan Canku kitabında bunu anlatıyor zaten.. Onun bu altıncı his diye başlayan, doğa ve fizik ötesi dünyaya çok merakı var.. Transandantal Meditasyonun ustalarından biri..
Dharma yayınlarından çıkan bu kitabında Doğa n, uyanışını anlatıyor.. Çok meraklı.. Çok içten.. Tesadüf sandığımız pek çok şeyin aslında nasıl planlandığını anlatıyor Doğan..
***
Eve geldim.. Yasemin'in hazırladığı e-mail dosyasını açtım..
"Boss" diye başlıyor mektup.. "İnternette tavla oynarken, bir Türk çıktı karşıma.. Senin e-mail adresini ondan aldım.."
Tahmin ettiniz değil mi?.. Lola.. 16 yıldır izini bulamadığım Lola ayni günde iki yerde birden çıkıyor karşıma.. Doğan'ın kitabının masama konduğu gün, tesadüfen açtığım bir sayfada ve e-maili ile önümde.. Tesadüfe bakın..
"Doğan'a söyle.. Unutulmadı ve hiç unutulmayacak" diyor..
Sen de öyle Lola, sen de öyle..
***
Doğa n'ın Uyanışı'ndan bir bölümü beraber okuyalım mı?.
***
Onbeş günlüğüne gittiği Almanya'dan yeni dönmüştü Boss. Eskiden beri Hıncal Uluç'a böyle hitab ederim. Boss'un kitaplığından zevkime uygun bir kitap aramaya başladım. Onun da kitaplığı çok zengindi ancak benim ilgilendiğim konularda bir şey yoktu derken gözüme daha önce de okuduğum bir kitap ilişti. İpnotizma..
"Hayrola Boss, sen böyle şeylere meraklı değildin!" dedim.
"O kitap mı? Kemal'indir," diyerek, varla yok arasında cevap verdi. Maç seyrediyordu ve böyle zamanlarda çenesi kilitlenirdi sanki.
Kemal, Hıncal'ın küçük kardeşiydi ve bu tür konulara oldukça meraklıydı. Onun ile sık sık bu konularda sohbet ederdik.
Bir köşeye çekilip kitaba göz gezdirmeye başladım. Bir süre sonra gözlerim ağırlaşmış, uykum gelmişti. Yüzümü yıkamak için banyoya gittiğimde kendimi bir tuhaf hissetmeye başladım.
Çevremdeki objeler sanki holografik bir yapıdaydı. Her şey içinden geçip gidebilecekmiş gibi görünüyordu bana. O kadar garipti ki bunun mümkün olabileceği düşüncesiyle duvarları elimle yoklamaya başladım. Tabi her dokunuşumda bunun imkansız olduğunu anlıyordum. Kafamın içinde çok hafif bir vınlama hissediyordum. Ne olur ne olmaz belki de başıma bir şey gelir diye düşünerek banyonun kapısını açık bıraktım. Lavabonun önüne geldiğimde sol tarafta daha önce hiç görmediğim bir diş fırçalığının duvara monte edilmiş olduğunu farkettim. Aslında dikkatimi çeken tarafı, yeşilin çok değişik bir tonuna sahip olmasıydı. Gözüm iyice takılmıştı. Aradan kaç saniye veya kaç dakika geçti bilmiyorum, ama kısa bir süreydi.
Birden diş fırçalığının etrafını bulutsu bir şey kapladı. Önce, gözlerimin yaşarıp, bakışlarımın bundan dolayı bulanıklaştığını zannettim; fakat gözlerimde ne bir yanma hissi, ne de yaş vardı. İşin ilginç tarafı diş fırçalığının dışındaki objeler sanki daha netti.
Birden sıkıştırılmış havanın çıkardığı tazyikli sese benzer bir ses ile birlikte, diş fırçalığı darmadağın oluverdi. Her şey bir anda olmuştu ve ben bu işe hiç şaşmamıştım; sanki bunu her gün yapıyormuş kadar rahattım. Ancak diş fırçalarının lavabonun yanında klozetin içine düşmesi beni biraz paniklendirmişti.
Karşımda duran aynaya baktığımda birden Boss ile göz göze geldim. Kendimi çok fena suçlu hissediyordum.
Boss, beni bu evin içinde fazla özgür bıraktığını düşünüyor gibiydi sanki. Biraz şaşkın, biraz korkulu, biraz da kızgın:
"Bana bak! Artık bu tür kitaplar okumasan iyi edersin..."
Cazı sevmeye başlangıç..
Özellİkle sohbaharla birlikte evde daha fazla zaman geçirmeye başladık. Jazz'ın büyüleyici temalarının ruhumuza olumlu katkısı sohbaharda sanki daha fazla hissediliyor..
Kerem Görsev sayısı her geçen gün artan piyanist- bestecilerin en önemlilerinden. Öncelikle bizden biri. İstanbul'da yaşıyor ama hissediliyor ki, New Orleans'ı ya da New York'u düşlüyor. Bill Evans'ı hatırlıyor, Kenny Barron'a öykünüyor ve kendi müziğini yazıyor. Sakin, huzurlu, müzikal besteler bunlar. Yedinci albümü müzik marketlerde. "Warm Autumn" New York'ta kaydedilmiş. Jazz'ın başkentinde. İstanbul'daki Jazz gecelerinde sıkça birlikte çaldığı Eric Revis'in baştaki harika klavuzluğunda Kerem'i bu albümde dinlemek müthiş bir keyif.
Genç trompetçi Russell Gunn efsanevi Miles'in izinde. Harika bir nefes.
Trompetin o rahatsız etmeyen çayırtısı inanılmaz güzel. J.D. Allen tenor saksofondan, Jason Jackson da trombondan harika tınılar elde etmişler.
Davulcu Alvester Garnett ve perkisyoncu Kahlil Kwane Bell yediliyi tamamlıyor.
Bu CD'yi alın, disk çalarınıza takın ve bu serin sonbahar akşamında Jazz'ın kalbine yolculuğa çıkın. Etkileneceksiniz.. Özellikle bu müziği fazla tanımayanlar için iyi bir başlangıç.
Kerem Görsev, yıllarca arşivinizde kalacak bu albümüyle her türlü övgüyü fazlasıyla hakediyor.
***
Yıllardır "Ben cazdan anlamam" diyen Hıncal'ın böyle bir yazı yazamayacağını tahmin etmiş olmalısınız.. Bilmemek ayıp değil, bileni bulamamak ayıp, gazeteci için.. Kenan Onuk bir caz müptelasıdır. Caz için ölür.. Olimpiyatlara gideriz. Günde 6 saat Olimpiyat izler. 16 saat caz plağı arar.. Kerem'in plağı elime geçince "Sen yaz" dedim.. O da yazdı işte..
Tecelli'den Abuzittin'e Mektuplar
Abuzittinciğim,
Neredeyse yarım asır sonra, Dünya Kupası finallerine kaldık. Çocuklar, son Avusturya maçında gerçekten muhteşemdiler. Süper oyun çıkardılar. Hepsine helal olsun.
Bu maçı, Ankara'nın merkezden uzak semtlerinden birinde, Fatih mahallesinde izledim. Hakem son düdüğü çaldı.. Kendimi masanın altına zor attım. Birden kurşunlar vızıldamaya başlamıştı.
Sanki Afganistan.. Otomatikler, yarı otomatikler, mavzerler pompalı, pompasız.. Allah bilir makineli bile vardı. Dan, dan, dan.. Ciuvvv,çiuvv!
Havaya sıkılan binlerce mermi.
Buralarda büyük galibiyetler böyle kutlanıyormuş.
Etraf sakinleşince tekrar televizyonun başına döndük. TRT'den maç sonrası röportajları seyrediyoruz. Herkes konuşuyor. Arada bi, gecenin esas kahramanları futbolcular da bi iki laf edebilme şansını yakalıyorlar. Ama esas konuşanlar gazeteciler, kaleci çalıştırıcıları, maçı seyreden Amerikalı kadın!
Pek tabii, Futbol Federasyonu Başkanı da, gecenin ilerleyen dakikalarında, ekrandaki yerini aldı. iki dakika mı ikibuçuk dakika mı ne konuştu ve saydım tam 15 kere "Allah" dedi. "Allah razı olsun.. Allahın yardımıyla.. Allahın gücü.."
Sanki maçı kazanan, tövbe tövbe, Allah.. Futbolcular figüran.. Süs.. o gece öylesine çayıra çıkmış koşuyorlar. 1-0 lık Avusturya galibiyetinden sonra da O'nu dinlerken dikkatimi çekmişti.. "Bu bi futbol maçı burası da cami değil stadyum.. Bu adam niye bu kadar çok Allah diyor?" tuhafıma gitmişti. Şimdi saydım, ikibuçuk dakikada tam 15 defa "Allah" Elbette ki böyle bi günü bize yaşattığı için Allaha şükrederiz.. Ama Futbol Federasyonu Başkanının yaptığı bi spor adamından çok bi din adamına yakışabilir.
Hatta bi futbol maçından maçından söz ederken ikibuçuk dakikada 15 defa Allah derse o din adamının din adamlığından da şüphe etmek gerekir.
Dahası da var.. Federasyon başkanından şunu da öğrendik ki finaller için "Allah'la sözleşme imzalamış!".. finallerde Allah bizim karşımıza çıkan takımlara yardım etmeyecek.. bize edecek!
"Aynen böyle" dedi.. Yahu, yoksa son günlerde bahsedilen gerçek "mesih" bizim Başkan mı? Başka türlü, Dünya Kupası finallerinde Allah'ın bize yardım edeceğini kim bilebilir?
Bu gibi kişilerin laflarına dikkat etmeleri gerekmiş gibime geliyor Abuzittinciğim. 1-0 lık maç da, hatırlarsan, 10 Kasım'a rastlamıştı.
Ve maalesef bi iki gazete de dahil o galibiyeti, 10 Kasım vesilesiyle Atatürk'e armağan etmiştik.. Hadiseye bak kardeşim.. Avusturya'yı futbol maçında 1-0 yeniyorsun ve bunu Atatürk'e armağan ettiğini böbürlene böbürlene söylüyorsun. Futbol maçı skoru armağan ettiğin kişi, bu Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük liderlerinden biri..
Sen kime ne hediye ediyorsun kendine gel!. Anlarım, üstüste beş defa Dünya kupasını kazanmışsın, tamam.. Veya Nobel'i almışsın.. Ne bileyim bi aşı bulmuşsun Aids kökünden kazınmış.. Bunlar Atatürk'e layık armağanlar belki olabilir ama futbolda bi takımı 1-0 yenmek asla!
Atatürk'e yapılabilecek en büyük saygısızlık..
Acaba birileri biryerlere "selam" mı gönderiyorlar?.. Bakarsın Futbol Federasyonu Başkanımız da ilk seçimlerde bi partiden milletvekili adayı..
Münasip yerlerinden öperim Abuzittinciğim.
Güneş
TEBESSÜM
Fıkra Erkin Usman'dan
Deniz kazasından kurtulan iki kişi, ıssız adaya çıkar. Biri diğerine: "İnsan ne kadar sıkılıyor. Bir oyun oynayalım. Örneğin portrecilik. Bil bakalım, güzel bir kızım. Sinemada oynarım. Tatilimi Saint-Tropez'de geçiririm. Güzel kalçalarım, göğüslerim var. Sutyen kullanmam. Kimim ben?" diye sorar. "Bilmem.." der öteki ve ekler: "Hemen yat şuraya.."
SEVDİĞİM LAFLAR
Hiç aksatmadan günde sekiz saat çalışarak önce patron olur, sonra da günde oniki saat çalışmaya koyulursunuz.
R. Frost
BİZİM DUVAR
Liderler Zirvesi'nde ele alınan devletin küçültülmesi ve tasarruf tedbirleriyle ilgili tek sayfalık bir açıklama yapıldı. Ne güzel. Tasarrufa kendi çenelerinden başlamışlar.
Hakan&Utku
|