HULKİ CEVİZOĞLU
|
İslâmcılar kendisiyle hesaplaşmalı
Sorun Müslümanlarda ya da İslâmiyetin kendisinde değil. Ya kimde? İslâmcılarda.
İslâmcılar kim?
İslâm bilginleri, araştırmacıları, din adamları ve bu alanda düşünce üretenler, felsefi yorum yapan tefsirciler!.. Ve hatta, televizyonlar başta olmak üzere çeşitli düşünce ve tartışma platformlarında İslâm adına konuşma yetkisini kendisinde görenler!
"Peki sorun nedir, İslâmcılar niçin kendisiyle hesaplaşmalı?" diyecek olursanız, birkaç örnek vermekle yetineceğim. (Uzatırsam, başlıbaşına bir kitabı doldurabilecek boyuta ulaşır.)
Bu hesaplaşma bir anlamda "yüzleşme."
Kiminle?
Kendileriyle... Kendi davranışlarıyla... Davranışlarının İslâmiyete olan uyumuyla.. Tefsirleriyle.. Düşünceleriyle.. Düşüncelerinin Kur'an ayetlerine uyumuyla..
İslâmcıların söyledikleri, inandıkları aslında Allah'ın kastettiği mi?
Grup körleşmesi
Yıllardır Ceviz Kabuğu programlarında bu konuları ele alıyorum. Bugüne kadar, İslâmi bir konuda "aynı düşüncede olan iki uzman" bulamadım. Milyonlarca izleyici gibi ben de, "gerçek bilgiyi" alacağız derken, "şaşkınlığa" düştüm.
Kimi zaman, aynı tezi paylaşanlar var gibi görünüyor ama, bakıyorsunuz ki aslında onlar bir "grup dayanışmasının" ya da "grup körleşmesinin" etkisiyle aynı tezi savunuyor. Biraz ayrıntıya inince onlar da farklılaşıyor düşüncelerinde.
Bu durumun İslâmiyet adına evrensel bir sorun olduğunu düşünüyorum. Üstelik, 1400 yıldır süregelen evrensel bir sorun.
İslâmcıların kafası neden bu kadar karışık? Buna neden olan nedir? Mezhepler mi, d”n” liderler mi, ülkelerin yasaları mı, din baronları mı, dini ticarete ya da siyasete alet edenler mi?
Yoksa, "inancın soyut bir kavram" olması mı ortak noktayı yok ediyor?..
Tanımlayamadıkları İslâm
Kamuoyunun gündemine göre Cihat ve terör'ü soruyoruz. Açıklayamıyorlar. Ya inanmıyor, ya gerçeği özellikle gizliyor. Veyahut da bilmiyor. Hıristiyanların Müslümanlara saldırısından söz ediyor, ama Bosna'da ezilen Müslümanların yardımına İslâm ülkelerinin değil, Hıristiyan ABD'nin koştuğunu söylüyoruz, yanıt gelmiyor. Tıkanıyor.
İslâm aydınlık ve ilericiliği emretmiştir, diyor. Bugünkü İslâm ülkelerinin sefaletini soruyoruz. Yine yanıt yok.
Dört eş almayı soruyoruz. Hepsi farklı açıklıyor. Kimileri de Ğbirilerine yaranma gayretiyle mi bilmiyorum- zorlama yanıtlar veriyor.
Çok genişletilebilecek örneklerin her birinde, neredeyse birbirlerini bir kaşık suda boğacak duruma gelmişler. Çok kolaylıkla birbirlerini kâfirlikle, mürtedlikle(dinden dönmekle), ajan olmakla, hatta terörist olmakla, münafıklıkla suçlayabiliyorlar. Dahası, "en okumuşu" bile kendisini "mehdi" ilan edebiliyor!
Bunlar ekrana ve topluma yansıyanlar. Bir de ekran arkası bana birbirleri için söyledikleri var ki, şu anda mümkün değil yazamam.
Bu konuda eleştiri ya da değerlendirme yaparken Mevlâna'nın "Soru da bilgiden doğar, yanıt da" sözünü unutmamak gerekir.
Bugünlerde, Huntington'un, Hıristiyan dünyası ile İslâm dünyası arasında gerçekleşeceğini ileri sürdüğü "Medeniyetler çatışması" tezi tartışılıyor.
Oysa asıl çatışma "İslâm içindeki çatışma"dır. "Anlayışlar çatışması"dır.
İslâm içindeki çatışmanın "ortak bir anlayışla" sonuçlanması gerekiyor.
Tevfik Fikret, oğlu Haluk'a seslenirken, "Bize bol bol ziya(ışık) getir / Düşmek etrafı görmemektendir" diyordu.
Düşmemek için etrafımızı iyi aydınlatmamız gerekiyor.
|