kapat
24.09.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.ekdilamerica.com
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

İstanbul'un levantenleri

İstanbul'un levantenleri azala azala, hır gürlü büyük bir aşocağının içinde bir kıyıya itilmiş, sırçası dökük bir sefertası gibi kaldılar.

Galata'daki eski eşya satıcılarında, onların dünyasından çıkıp gelme geridonlar; İtalyan işi limon kaplama oval aynalı tuvaletler; yan yana çift çekmeceli, ince ceylan bacaklı, cevizden kadınsı yazı masaları; mavi kadifesi çoktan solmuş rokoko kanepeler ve boynu bükük İsa'lı küçük haçlar görüyorum bazen...

Haraç mezat mı satıldılar, tek tek oradan buradan toplanarak mı geldiler, kimbilir?

Beraberlerinde geçmiş zamanın fotoğraflarını da getirmiş olmalılar ki, satıcılar o fotoğrafları ayrı bir köşeye yığmışlar.

Saçları ortadan ayrılarak geriye doğru taranmış, gömleğinin kolalı beyaz takma yakasında siyah puanlı bir kravat, genç bir adam; geniş kenarlı siyah tül şapkasının altından, kendisine yarım bakarak gülümseyen, uzun roblu gencecik bir kadınla mutluluğunu bir karton parçası üstünde donduruvermiş.

Arkasında Fransızca "Evlendiğimiz gün" yazıyor... Bir de bir tarih "2 Nisan 1902."

Bir başkasında profilden başı açık bir kadın resmi...

Onun da arkasında Lamartine'in bir mısraı:

"O kişi yanında yoksa, dünya kimsesiz gibidir." Ve bir tarih: "25 Eylül 1905."

Levantenlerin kendilerine özgü, ibrişimli ayrıntılarla örülmüş yaşamları, çok yansımamıştır bizim edebiyata...

Bazıları, başka yerlerden gelip buralarda kök salmışlardır.

Bazıları, buralarda doğup başka yerlere gitmişlerdir.

Bazıları, titreye titreye sönen bir kandil gibi, gün günden yalnızlaşarak, Beyoğlu'yla Cihangir'in sapa sokaklarından birinde eriyip bitmişlerdir.

Kısaca boylu şişman bir İtalyan İstanbullusu tanımıştım. Yüzüne, içtiği şarapların kırmızılığı vurmuş, yapayalnız, geçkince bir kadındı.

Piyano dersleri vererek geçinmeye çalışır, ikram edilen yemekler karşılığında da ev hanımlarına iskambil falı bakardı.

Kimbilir ne aşklar yaşamıştı gençliğinde ve kimbilir hangi serüvenlerden arta kala kala, sonunda Galatasaray'daki bir çatı odasına sığınmak zorunda kalmıştı...

Bir gün ölüsünü bulmuşlardı o odada zavallı Madam Keti'nin... Taş gibi yalnız, tek başına ve artık cansız...

Yirmi beş yıl önce Polonez Köy'de, ihtiyar bir adam vardı. İlk gelenlerden bir o kalmıştı hayatta.

Köyün küçük meydanında yabancılara laterna çalardı.

Dereden tepeden konuşurduk kendisiyle.

Ve onun dereleriyle tepeleri, çok uzaklara kadar uzanan dereler tepelerdi...

Şimdi, yaşamının kocaman bir parçasını, küçücük meydanında laternasıyla geçirdiği köyün mezarlığında yatıyor...

İstanbul kiliselerinden, az bir kalabalık ve mütevazı bir törenle kalkan azınlık cenazeleri...

Bizlerin pek bilemeyeceğimiz değişik rüzgârların içinden geçmişlerdir onlar da...

Aşklar yaşamışlardır... Görkemli günler, acılar, yalnızlıklar ve yoksulluklar yaşamışlardır... Bir büyük siklonun, kimi çarpacağı bilinmeyen şiddetine; kapanmış dükkanları, nüzüllü el ayaklarıyla karşı koymaya çalışırken; ağıtsız ve ansızın kaybolup gidenler, az değildir aralarında...

Aslında onların da bizlerden başka yazarları yoktur.

Ama alışmışlardır dünyalarıyla pek ilgilenmeyişimize...

Müslümanı, Yahudisi, Hıristiyanı... İstanbul'un çoğunluğu ve azınlıkları... Yüzyıllardır aynı yerlerde doğar, aynı yerlerde yaşar, aynı kıyılardan bakarız Marmara'ya; aynı tepelerden bakarız Boğaz'a...

Ve aynı topraklar örter üstümüzü...

Çoğumuz camilerden; birkaç tutamımız da, sinegoglarla kiliselerden çıkarak yola, sonsuza doğru....

Onları her zaman anlayamadıysam da, her zaman sevdim. Hem de bazen içim cız ederek...

Not: 13 yıl önce yazılmış bir yazı... "Hürriyet"den...

www.superbahis.com


www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır