Hafta başında telefondaki dost sesi, "bedensel engelli sporcu arkadaşlarla Kaş'a gidiyoruz, gelir misin?" dediğinde, mantığım "yol çok uzak" diye yanıt verirken yüreğim, "daha ne duruyorsun" diye talimat gönderiyordu..
Ve iki gün sonra "uzun, ince ve yorucu bir yol" yapıp gecenin bir vakti Kaş'ta kalacağımız otele varmıştık bile.
Hikayenin aslı şu..
İstanbul'dan bir grup bedensel engelli, Kaş'ta kampa alınacak ve üç gün süreyle basketboldan yamaç paraşütüne, tüplü dalıştan kanoya kadar birçok etkinlikte bulunacaktı.. Bilim İlaçları'nın desteklediği "Asist yourself" (kendine yardım et) kampında, amaç, sınırlı sayıda da olsa bedensel engellilerin spor yapmasını sağlamak ve bu yolla fiziki, psikolojik rehabilitasyonlarını gerçekleştirmek..
Bizlere düşen görev ise "öteki hayat"ın içine girip izlenimler edinmek. Tam olarak girebildik mi, anlayabildik mi sanmıyorum ama şunu söylemeliyim ki; Hem uzak hem çok yakınımızda bir hayat var ve hiç de satır aralarına sıkıştırıldığı gibi değil!.
Kaş'taki o müthiş 24 saatte beynimin kıvrımlarına neler hapsettim biliyor musunuz?
İçtenlikle ifade ediyorum..
"Yaşama sarılma"nın ne olduğunu öğrendim biraz daha..
"Mutluluğa ve sevince giden yol"da "engel"in engel olamayacağını da..
"Bir atımlık mesafedeki ölüm riski"ne rağmen gökyüzüne kanatlanmanın göz bebeklerinde nasıl bir parıltı yarattığını bir de..
Bu arada, aylarca, hatta yıllarca tekerlekli bir sandalye ya da tek kişilik bir yatağa bağlı kalmak zorunda olmanın, genç bir insan bedenine "derviş ruhu" şırınga edebileceğini..
Ve her şeye, her "engel"e rağmen kadının, hep "kadınca" davranabileceğini..
Yine, 20'li yaşların tüm "engel"lere rağmen ne kadar delişmen, ne kadar bıçkın ve çapkın yaşlar olduğunu!
Özetle, "engel"in lügatımızdan çıkarılması gerektiğini belki de..
Evet, gencecik bir grup arkadaş, tekerlekli sandalyeleriyle Kaş'a geldiler hafta başında. Sabırla katettikleri "uzun ince ve zor yol"un yorgunluğuyla odalarına çekildiler önce..
Ve sonra, sabahın ilk ışıklarıyla sokağa çıkıp begonyaların arasına karışıp, gökyüzüne baktılar, denizi seyrettiler saatlerce.
Sıra, basket maçına gelmişti.. Giyinip, dökündüler..
Terlediler, koşup durdular.. Sarılar, turuncuları yenmişti!
Tekrar yollara döküldüler.. Az ötede gökmavisi deniz onları bekliyordu..
Keyifle sulara bıraktılar kendilerini.. Zaman su gibi akıp geçiyordu!
Ama yine "yol" vardı önlerinde,
Az ötede onları bekleyen üstü açık araçlara bindiler birer birer..
Çocuklar gibi şendiler..
Şarkılar türküler söylenerek tozlu, zorlu yayla yolları aşıldı.
Derken, Toroslar'da gün batımı.. Az sonra gökyüzüne paraşütler havalanacak..
Arkadaşlarda bi telaş, bi telaş.. Bir metre ötede uçurum.. Ama umurlarında değil, "gerginlik, korku ve telaşa gerek yok!"dediler! "Yunus Emre, sıra sende mi, Mehmet, geliyor musun, paraşüt açılıyor haydi.. Tamam tamam.. Korkmuyor musun sahiden.. Ne yaman yamaç paraşütçüsün sen!"
Ve işte, kazasız belasız bitiverdi paraşüt faslı.. Yorgunluk atmanın ve piyasa yapmanın (!) tam zamanı şimdi.. Kaş'ın yanyana duran sahil lokantalarından birinde mola verildi.. Kadehler kalkmaya, dillere nağmeler düşmeye başladı birer birer. Kahkahalar şarkılara, anılar türkülere karışıyordu.
Coşku ve mutluluk dolu müthiş gecenin bir yarısında dalış hocası Ercan Tutal ayağa kalktı ve elinde kadehiyle; "Haydi dostlar vakit tamam, uykuya.. Yarın daha çook işimiz var, derinlik bizi bekliyor"diye gürültüyü kesmeye çalıştı ama "dostlar"dinlemedi!
Öyle ya "piyasa"devam ediyordu!
"Bir günün hikayesi"mutlu sonla bitmişti. Bunca mutsuzluğun ortasında!
Baba yadigarı...
"Beni babam büyüttü. Yıllarca hem annem hem babam oldu Sami Kibar. Ve bir cumartesi kalp krizi geçirdi. Pazartesi şirkete geldiğimde, şirket yönetimiyle ilgili hiçbir şey bilmediğimi farkettim; babam hastanedeydi, ama hayat devam ediyordu. Ödenecek ya da tahsil edecek çekler ve daha bir sürü yapılacak idari işler vardı. El yordamıyla ve babamın yardımcısının desteğiyle, bir şeyler yapmaya çalışırken oda dönmeye başladı. Fırlayıp aletlerimin başına geçtim ve bir solukta duygularımı anlatan bu parçayı yaparak rahatladım. Oğluna aşık, fedakar bir baba için, o hastanede yoğun bakımdayken neler hissettiğimi, birlikte geçirdiğimiz yılların bir nebze olsun özetini içeren bu parçayı oluşturamasaydım, çıldırırdım herhalde...
Aslında, lisede haksız yere de olsa sınıfta kalan oğluna kısıtlı imkanlarıyla zamanın en iyi "org"larından birini alan bir baba anlatılabilir mi?"
Melih Kibar, yeni çıkan albümü "Yadigar"ın kartonetinde babası Sami Kibar'ı bu satırlarla yadediyor.. "Baba yadigarı" orgundan, "Yadigar"ın bestelenişinden de.. Bir baba için yazılmış en güzel satırlar, bir baba için yapılmış en güzel bestelerden biri Yadigar ve diğerleri de..
Belli ki Melih Kibar da "hayatta en çok babasını sevdi" en güzel besteyi de babası için yaptı.. Bütün yüreğıimle kutluyorum Melih Kibar'ı..
"Hababam Sınıfı" filminin müziğinden, "Çoban Yıldızı"na kadar pek çok ölümsüz besteye imza atan Melih Kibar'ın suya sabuna yazılmamış bestelerin sahibi olduğunu zaten biliyorduk. Ama iyi bir bestecinin kanında ateşin eksik olmadığını da bu hikayeyle öğrendik..
Yeryüzü varolduğu sürece "Yadigar" yadigar kalacaktır!
Nebil ÖZGENTÜRK