Alarko Grubu Eşbaşkanı Üzeyir Garih'in katili Yener Yermez'in bugün
Sabah'a manşet olan "Dua ederken öldürdüm" sözleri bağlamında yakın
tarihten birkaç satır...
1990'lı yılların ortalarıydı sanırım.
Alarko Grubu Eşbaşkanı Üzeyir Garih, Tesisat Mühendisleri Odası'nda
genç müteşebbislere hitap etmektedir.
Garih, "Türkiye kötüye gidiyor. Öğrenim düzeyi kötü. Eğitimsiz
kalabalıklar yetişiyor. Çok adaletsiz bir gelir piramidi oluştu.
Bu adaletsiz dağılım, kaçınılmaz bir şekilde sosyal barışı bozacak.
Türkiye'nin daha uzunca bir süre, üç farklı Türkiye'yi yanyana
taşıması, götürmesi mümkün değil. Hızla, bu çarpıklığı giderici
çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Aksi halde, evlerin bahçe duvarları
yükselse de, o evlerde rahat oturmak kısmet olmayacak" derken
konuşmasını keser...
Bu sırada dinleyicilerden bazılarının kendisini alaycı bir yüz
ifadesi ile dinlediğini fark eder...
Çünkü, Garih bu konuşmayı yaptığında Türkiye'de tüketim patlaması
yaşanmaktadır.
YÜKSEK DUVARLI EVLER
Garih bunun üzerine eliyle çenesini sıvazlar.
Ardından kendisini tebessümle dinleyen genç meslektaşlarına, "Siz
gülmeye devam edin. O vakit geldiğinde bu ülkeden kaçmak da sizleri
kurtaramayacak. Latin Amerika'da da benzer süreçler yaşandı. Önce
evlerin bahçe duvarlarının boyu yükseldi. Sonra o duvarların
arkasında da huzur olmadığını anlayınca sizin gibi düşünenler
Miami'ye kaçmak zorunda kaldılar. Korkarım ki, Türkiye de böylesi bir
kaos ortamına sürüklenecek. Sokaklarda rahat rahat gezemeyecek,
korumalı evlerde huzur içinde uyuyamayacaksınız. Benim böyle bir
problemim yok. Ben istediğim an yurtdışında yaşayacak birikime
sahibim. Ama, bu ülkeyi seviyorum ve Türkiye'de yaşamak istiyorum.
Onun için siz ve sizin gibileri burada ikaz etmeyi bir görev
biliyorum."
Bu sözleri bana o günkü toplantıyı izleyen sevgili dostum Makine
Mühendisi Yalçın Gür aktarmıştı.
Daha sonra aynı sözleri müteveffa Üzeyir Garih'e aktarıp, "Üç farklı
Türkiye sözünün patenti size ait, ama bilginiz olsun bende çok sık bu
örneği kullanıyorum" demiştim.
O da bana, "Hayrullah Bey tabii ki kullanabilirsiniz, ne kadar çok bu
yaraya parmak basarsak o kadar çok ses çıkar" demişti.
Görünen o ki, cinayetin altında başka parmaklar dolaşmıyorsa, Garih
altını kendisinin çizdiği sosyal yaranın kurbanı oldu.
Demek ki, bilmeden kendi yazgısı ile ilgili tarihe not düşüyormuş.
Ne acı!..
Oysa... Onun altını sık sık çizdiği üç farklı Türkiye gerçeği bugün
için bir vak'a.
Bir realite.
En alttaki kesimi oluşturan kocaman bir Bangladeş.
Onun üstünde yer alan orta büyüklükte bir Pakistan.
Ve mini minnacık bir İsveç düzeyinin de üstünde yaşayan Türkiye'nin
kremasını yiyen. Mutlu ama bundan böyle huzuru kaçmış bir kesim.
Daha yeni yeni "Siyah", "Gri" ya da "Beyaz Türkler" diye sınıflamalar
yapılan bir gerçeğin altını müteveffa Garih yıllar önce çizmişti.
BÜYÜK İHMAL
Bir başka parametre.
Bundan bir süre önceydi.
Gözlem Gazetesi'nin Genel Yayın Müdürü'ydüm.
Sevgili Şevki Figen'in vasıtası ile tanıştığım İshak Alaton'a haftada
bir Gözlem'e yazması için teklif götürmüştüm.
O da kabul etti.
Alaton, telefonda bana yazmayı düşündüğü konuyu aktarıyor, ben de
onun sözlerini yazıya döküyordum.
Bu teşrik-i mesaimiz epeyce bir süre devam etti.
2000 yılının Mart ayında Alarko binasına kendisini ziyarete
gittiğimde, güvenlik anlamında büyük zafiyetleri olduğunu gördüm.
Bu izlenimimi kendisine aktarıp, "Şimdi elini kolunu sallaya sallaya
birisi içeri girse ve sizi vursa, kim ne yapabilir" dedim Daha
dikkatli olması gerektiğini söyledim. O da bu sözlerime hak verdiğini
söyledi.
Çünkü, mevcut Türkiye fotoğrafı her geçen gün biraz daha flulaşıyor,
at izinin it izine karıştığı günler geri geliyordu...
Bu tür dönemlerde ya bir politikacı, ya bir basın mensubu ya da bir
işadamı suikaste uğrardı. Onlar da Türkiye'nin önde gelen
gruplarındandı. İşadamlıklarından ziyade, aydın kimlikleri ile öne
çıkmışlardı. Bu anlamda kendilerine dikkat etmeleri gerektiğini
söylediğimde, "Haklısın Hayrullah, kim vurduya gitmeyelim" demişti.
Yaptığım uyarı olası bir suikast ihtimaline karşıydı...
Sonrasında aynı endişelerimi ilk karşılaşmamızda Üzeyir Garih'le de
paylaştım. Alarko binasına bir sonraki gidişimde karşılaştığım
manzara ilginçti. Güvenlik önlemleri abartılı bir şekilde
artırılmıştı.
Bunun üzerine o sırada söyleşi yapmak için odasında bulunduğum
Alarko'nun Genel Koordinatörü Ayhan Yavrucu'ya "Şimdi de güvenlikçi
arkadaşlar işi çok abartmışlar" dediğimde, "Hemen baktırıyorum, şimdi
işi yoluna koyarız" demişti.
Ama, ne yazık ki, koca bir holdinge yön veren bir ekip, Türkiye'nin
hızla iç kargaşaya sürüklendiği böylesi bir ortamda, bu defa da yakın
koruma ihtiyacını gözardı etmişti.
Üzeyir Garih'in ölüm haberini Cumartesi günü Sabah Haber Merkezi'nden
Can Esentaş telefonda verdiğinde içim cız etti. Boğazımda bir şeyler
düğümlenip kaldı. Hiçbir şey diyemedim. Ne ailesine ne de İshak Bey'e
telefon açamadım
.
Malesef ki Türkiye, Anadolu'daki deyişiyle "daneli" bir başağını daha
kaybetmişti
.
Daha başka ne denilebilir ki.