kapat
05.09.2001
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Editör
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor
banner
Magazin
Kampüs
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

GREENCARD
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
HAYRULLAH MAHMUD(editor@sabah.com.tr )

Vizyon ve kader


Alarko Grubu Eşbaşkanı Üzeyir Garih'in katili Yener Yermez'in bugün Sabah'a manşet olan "Dua ederken öldürdüm" sözleri bağlamında yakın tarihten birkaç satır...
1990'lı yılların ortalarıydı sanırım.
Alarko Grubu Eşbaşkanı Üzeyir Garih, Tesisat Mühendisleri Odası'nda genç müteşebbislere hitap etmektedir.
Garih, "Türkiye kötüye gidiyor. Öğrenim düzeyi kötü. Eğitimsiz kalabalıklar yetişiyor. Çok adaletsiz bir gelir piramidi oluştu. Bu adaletsiz dağılım, kaçınılmaz bir şekilde sosyal barışı bozacak. Türkiye'nin daha uzunca bir süre, üç farklı Türkiye'yi yanyana taşıması, götürmesi mümkün değil. Hızla, bu çarpıklığı giderici çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Aksi halde, evlerin bahçe duvarları yükselse de, o evlerde rahat oturmak kısmet olmayacak" derken konuşmasını keser...

Bu sırada dinleyicilerden bazılarının kendisini alaycı bir yüz ifadesi ile dinlediğini fark eder...
Çünkü, Garih bu konuşmayı yaptığında Türkiye'de tüketim patlaması yaşanmaktadır.

YÜKSEK DUVARLI EVLER
Garih bunun üzerine eliyle çenesini sıvazlar.
Ardından kendisini tebessümle dinleyen genç meslektaşlarına, "Siz gülmeye devam edin. O vakit geldiğinde bu ülkeden kaçmak da sizleri kurtaramayacak. Latin Amerika'da da benzer süreçler yaşandı. Önce evlerin bahçe duvarlarının boyu yükseldi. Sonra o duvarların arkasında da huzur olmadığını anlayınca sizin gibi düşünenler Miami'ye kaçmak zorunda kaldılar. Korkarım ki, Türkiye de böylesi bir kaos ortamına sürüklenecek. Sokaklarda rahat rahat gezemeyecek, korumalı evlerde huzur içinde uyuyamayacaksınız. Benim böyle bir problemim yok. Ben istediğim an yurtdışında yaşayacak birikime sahibim. Ama, bu ülkeyi seviyorum ve Türkiye'de yaşamak istiyorum.
Onun için siz ve sizin gibileri burada ikaz etmeyi bir görev biliyorum."
Bu sözleri bana o günkü toplantıyı izleyen sevgili dostum Makine Mühendisi Yalçın Gür aktarmıştı.
Daha sonra aynı sözleri müteveffa Üzeyir Garih'e aktarıp, "Üç farklı Türkiye sözünün patenti size ait, ama bilginiz olsun bende çok sık bu örneği kullanıyorum" demiştim.
O da bana, "Hayrullah Bey tabii ki kullanabilirsiniz, ne kadar çok bu yaraya parmak basarsak o kadar çok ses çıkar" demişti.
Görünen o ki, cinayetin altında başka parmaklar dolaşmıyorsa, Garih altını kendisinin çizdiği sosyal yaranın kurbanı oldu.
Demek ki, bilmeden kendi yazgısı ile ilgili tarihe not düşüyormuş. Ne acı!..
Oysa... Onun altını sık sık çizdiği üç farklı Türkiye gerçeği bugün için bir vak'a.
Bir realite.
En alttaki kesimi oluşturan kocaman bir Bangladeş.
Onun üstünde yer alan orta büyüklükte bir Pakistan.
Ve mini minnacık bir İsveç düzeyinin de üstünde yaşayan Türkiye'nin kremasını yiyen. Mutlu ama bundan böyle huzuru kaçmış bir kesim.
Daha yeni yeni "Siyah", "Gri" ya da "Beyaz Türkler" diye sınıflamalar yapılan bir gerçeğin altını müteveffa Garih yıllar önce çizmişti.

BÜYÜK İHMAL
Bir başka parametre.
Bundan bir süre önceydi.
Gözlem Gazetesi'nin Genel Yayın Müdürü'ydüm.
Sevgili Şevki Figen'in vasıtası ile tanıştığım İshak Alaton'a haftada bir Gözlem'e yazması için teklif götürmüştüm.
O da kabul etti.
Alaton, telefonda bana yazmayı düşündüğü konuyu aktarıyor, ben de onun sözlerini yazıya döküyordum.
Bu teşrik-i mesaimiz epeyce bir süre devam etti.
2000 yılının Mart ayında Alarko binasına kendisini ziyarete gittiğimde, güvenlik anlamında büyük zafiyetleri olduğunu gördüm.
Bu izlenimimi kendisine aktarıp, "Şimdi elini kolunu sallaya sallaya birisi içeri girse ve sizi vursa, kim ne yapabilir" dedim Daha dikkatli olması gerektiğini söyledim. O da bu sözlerime hak verdiğini söyledi.
Çünkü, mevcut Türkiye fotoğrafı her geçen gün biraz daha flulaşıyor, at izinin it izine karıştığı günler geri geliyordu...
Bu tür dönemlerde ya bir politikacı, ya bir basın mensubu ya da bir işadamı suikaste uğrardı. Onlar da Türkiye'nin önde gelen gruplarındandı. İşadamlıklarından ziyade, aydın kimlikleri ile öne çıkmışlardı. Bu anlamda kendilerine dikkat etmeleri gerektiğini söylediğimde, "Haklısın Hayrullah, kim vurduya gitmeyelim" demişti. Yaptığım uyarı olası bir suikast ihtimaline karşıydı...
Sonrasında aynı endişelerimi ilk karşılaşmamızda Üzeyir Garih'le de paylaştım. Alarko binasına bir sonraki gidişimde karşılaştığım manzara ilginçti. Güvenlik önlemleri abartılı bir şekilde artırılmıştı.
Bunun üzerine o sırada söyleşi yapmak için odasında bulunduğum Alarko'nun Genel Koordinatörü Ayhan Yavrucu'ya "Şimdi de güvenlikçi arkadaşlar işi çok abartmışlar" dediğimde, "Hemen baktırıyorum, şimdi işi yoluna koyarız" demişti.

Ama, ne yazık ki, koca bir holdinge yön veren bir ekip, Türkiye'nin hızla iç kargaşaya sürüklendiği böylesi bir ortamda, bu defa da yakın koruma ihtiyacını gözardı etmişti.
Üzeyir Garih'in ölüm haberini Cumartesi günü Sabah Haber Merkezi'nden Can Esentaş telefonda verdiğinde içim cız etti. Boğazımda bir şeyler düğümlenip kaldı. Hiçbir şey diyemedim. Ne ailesine ne de İshak Bey'e telefon açamadım
. Malesef ki Türkiye, Anadolu'daki deyişiyle "daneli" bir başağını daha kaybetmişti
. Daha başka ne denilebilir ki.

www.superbahis.com
www.sigortam.net

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır