Kırk yıl düşünsem Prenses Stephanie'ye hayran olacağım aklıma gelmezdi. Saray kurallarını hiçe saymasıyla ilgili haberlerini görürdüm ama ilgi alanıma girdiği söylenemezdi. Annesinin ölümünden bu yana hep skandallarıyla anılan Prenses bu kez ailesini ve dünyayı, evli bir fil terbiyecisine aşık olarak şok etti. Derken her şeyi bir kenara bırakıp şehir şehir dolaşan sirke katıldı Prenses Stephanie. İşte o zaman kalbimi fethetti.
Belki de pek çok insanın isteyip de yapamadığını fütürsuzca yaptığı için, çocukluk düşlerini gerçeğe çevirdiği, yerleşik düzeninden vazgeçip de bir karavanda yaşamayı becerebildiği için bana öyle görünüyor. Sevdiği adamın ortağı olduğu Circus Knie'ye katılan Prenses'in üç çocuğu da onunla beraber, birer sirk göstericisi olarak eğitim görüyorlar; tıpkı bir sürü çocuğun hayalindeki gibi.
Daha geçen ay gazetelerde New York'un ünlü sirki Big Apple Circus'un eleman aradığına dair ilanlara takılıp kalmıştım. İlle de kaplan terbiyecisi olmak gerekmiyor sirke katılmak için; sirkin meşhur Fransız aşçısının yanında yamak olup patates falan soyabilir ya da ne bileyim bilet satabilirdim, uygun bir iş bulunurdu elbet. Hemen aklımdan geçenleri kovalayıp gündelik hayatın akışına teslim ettim kendimi. Beceremedim işte. Prenses Stephanie kadar olamadım. Benim de karşıma şöyle yakışıklı bir fil terbiyecisi çıksa, motive olabilirdim belki ama, neyse.
Şimdilerde bir kısım New Yorklu da Stephanie gibi şaşaadan, pırıltılı hayatlardan kaçınmaya çalışıyor. Sirke katılmasalar da, yaşamlarını dolduran fazlalıklar ve standartlar arınmaya çalıştıkları. Bir zamanlar bütün amaçları parlak kariyer kadınları olmak olan ve bunun yolunun aldıkları iyi eğitimin üzerine kuaförde saatler geçirmek, güzellik ürünlerine tonlarca para yatırmak, bir Hermes çantaya 6 bin dolar ödeyip Prada'sız çıkmamak olduğuna inanan kadınlar bunlar.
Bugünse öyle bir ortamda sırf diğerleriyle aşık atabilmek ve varolabilmek için sarfettikleri çabaya, zamana ve paraya hayret ediyorlar. Kazandıkları parayı sırf iyi görünmeye yatıran cilalı New Yorker'ların bazıları omuzlarındaki "marka" yükünden kurtulmak için Dolce&Gabbana döpiyesleri, Armani takım elbiseleri evsizler yurduna hibe ediyor.
Bütün bu yarışın tek amacı "seçilmek". Hani "uygun" erkeklerin sayısı kadınlara nazaran az ya, işte onlara seçim aşamasında daha çekici görünebilmek, diğer kadınlardan bir adım öne çıkabilmek için! Yarıştan çekilmek de hiç kolay değil. Yine de bazı kadınlar vazgeçmeyi becerebiliyor. Kuaförden çıkmış saçlar, marka çantalar yerine, at kuyruğu, bir de jean pantolon, tişört; tamam.
Bakın bu yeni akımı aklınızın bir köşesine, kulağınızın arkasına yerleştirin. Marka elbiselerden, yüksek standartlı yaşamdan vazgeçmek Amerika'daki bir sürü trendden sadece biri. Ama Türkiye gibi bir kriz ülkesinde çok işimize yarayabilir! Yani demek istediğim, döndüğümde beni sürekli aynı jean pantolon ve tişörtle görürseniz sanmayın ki alım gücümün düşüklüğü yüzünden; trend bu trend!
Seda ERCAN sedaercan@yahoo.com