İbo'nun yeri, bu yer mi?..
Gece üçte yatacaksınız, ama ertesi gün işin başında olmanız gerek. Bu yüzden 10.00 uçağında yer ayırtıyorsunuz.. 10 uçağı demek, saat sekizde ayaklanmak demek.. Oysa böyle dar zamanda bir saat daha uyuyabilmek, ne kadar önemli..
Havaalanının kapısında anonsu duyuyorsunuz..
Bir saat rötar.. Siz bir saat uyumaktan vazgeçiyorsunuz, meğer boşuna.. Dün sizi İzmir'e getiren uçak da bir saat rötarlıydı zaten.. Ankara uçağı da rötarlıydı.. Başkaları da.. THY, rötar sözcüğünü unutmuştu.. Yeniden başlamış.. Nazar mı değdi acaba?..
İzmir'in gecesini ayrı yazacağım.. Bu, havaalanındaki bir saatin izlenimleri ve düşündürdükleri..
***
Adnan Menderes Hava Limanı yazıyor, kocaman.. Bu ülkenin üçüncü büyük hava alanının adı Adnan Menderes.. Pek çok kentin pek çok büyük caddesinin de..
Adamı vatana ihanetten asmışız.. Bu mahkeme kararı, halen yürürlükte.. Sonra adını her yere vermeler.. Türkiye bir garip ülke..
Demek ki, Diyarbakır'da bir Caddeye Apo adının verilmesinde bir yasal sakınca yok..
Durun hemen Menderes ile Apo'yu mu mukayese ediyorsun, diye ayağa kalkmayın.. Ben insanları değil, yasaları, hukuku tartışıyorum..
***
Türk Hava Yolları bilet kontuarında yığınla pozisyon var, sadece biri dolu, gerisi boş.. Business, ekonomi, bagajlı, bagajsız, stand-by, ne varsa hepsi buraya yığılmak zorunda.. Tasarruf mu?..
Ünal elindeki çantayı son anda bagaja vermeye karar verince iş uzadı, arkadaki yolcu vızırdadı.. Ünal ters adam.. Böyle durumlarda sakin kalamaz.. Görevli hanım, müthiş.. "Siz buyrun Ünal Bey, ben bagaj işleminizi sonra yapar, fişi yollarım" dedi de, atlattık..
CIP salonu var, Business yolcuları için. Sizi hafiften ağırlıyor. Kahve, kek, gazete falan.. VIP, Very İmportant, yani Çok Önemli demek de, bu CİP'teki C, ne demek, inanın bilmiyorum.. Ama uçağa bol biniyor, hele hele pahalı mevkide gidiyorsanız, bu jesti hakkediyorsunuz, onu anlatıyor olmalı..
Oturduk, kahve, gazete.. Derken bir Anons..
"317 sayılı İstanbul seferi yolcularının falanca çıkış kapısından uçağa teşrifleri rica olunur. Bu son çağrıdır.."
Bre aman.. İlk çağrıları atladık herhalde.. Fırladık, gittik.. Kapı duvar.. Bizim gibi "Son çağrı" uyarısını duyan fırlamış.. Upuzun bir kuyruk.. Kapı tam 20 dakika sonra açıldı.. Kapı açıldıktan üç dakika sonra, anons geldi..
"317 sefer sayılı İstanbul uçağı yolcuları, lütfen çıkış kapısına gidiniz.."
Hadi biz akşamdan kaldık.. Anonsların sırasını şaşıran yer hostesi kızımız da mı öyle acaba?..
Bu 20 dakikada duyduğumuz anonslar gösterdi ki, İzmir'de akşamdan kalmak salgın..
"Bir cüzdan bulunmuştur. Kaybedenin.."
"Bir anahtarlık bulunmuştur. Kaybedenin.."
"Bir siyah ceket bulunmuştur.."
"Bir kazak bulunmuştur.."
"Bir cep telefonu bulunmuştur.."
"Bir anahtarlık bulunmuştur.." (Bu ikincisi..)
"Bir çanta bulunmuştur.."
"İki valiz bulunmuştur.."
İnanın abartma yok. Bunların hepsi 20 dakika içinde bulunan şeyler..
İşin gücün yoksa git İzmir havaalanına, köşe bucak unutulan şeyleri gözle.. Vallahi bu kriz döneminde bal gibi geçinir gidersin..
***
Salonun bir yanına oturdum, bekliyorum.. Arada uzun kuyruk.. Kuyruğun öte yanındaki duvarın dibinde de İbo var.. İbrahim Tatlıses..
Beş yaşında çocuktan, 70 yaşındaki hanımlara, herkes ilgili.. Sarılan.. Öpen, fotoğraf çektiren..
Ortaköy'de yanıma otururken imza almak için gelen insanları tersleyen yıldızlar tanırım..
"Bir imza atsan ne olur" diye sorduğumda "Yıldızla halk arasında mesafe olmalı. Halk yıldıza kolay ulaşamamalı" diye düşündüğünü öğrenirim.. Onların yıldız yapan şeyin o halk olduğunu düşünmeden.. Çekin halkın ilgisini, sevgisini, görelim bakalım, yıldız nerde..
İbo halk adamı.. Onların içinde.. Kaçmıyor.. Küçük çocuğu kucağına alıp poz veriyor..
İzmir Fuarı Genel Müdürü, gazeteci dostum Feyzi Hepşenkal "Fuar meydanındaki konserinde yer yerinden oynadı. Tüm İzmir oradaydı" diye anlattı.. Demek halkın içinde, onlarla kucak kucağa olmak, yıldızı söndürmüyor, tersine parlatıyor..
İbo'yu, oynadığı çocuğu seyrederken daldım..
Yıl 1979.. Erol Simavi davet etmiş, Bodrum'a gidiyoruz. Otobüslerde yer yok.. En arka kapının yanında, son sırada yer bulduk. Yola çıktık, tam tepemizde bir hoparlör bangır bangır ilk defa duyduğum bir türküyü, hiç tanımadığım bir sesle bağırıyor.. Bir.. İki.. Beş.. Kırk.. Vallahi aynen öyle.. Yol bitti, şöför başka plak koymadı.. (O zaman plak çalarlar vardı, otobüslerde, 45'lik..)
Türküyü o gece tanıdım, o gece sevdim, o gece bıktım, o gece nefret etmeye başladım..
Ayağında Kundura.. İbrahim Tatlıses!..
Yıl 1979'du.. Türkiye'yi sarstığında..
Bugün yıl 2001.. Hala Türkiye'yi sarsıyor..
İyi marifet yapıyor.. İbrahim Tatlıses'in yeri, hala 22 yıl önce çıktığı yer mi?.. Bu adam dünya çapında bir yetenek.. Niye çıtayı yükseltmiyor?..
Üç gün önce Demis Russos geldi.. Dünyaca ünlü.. İbo kadar sesi var mı?.. Ya o bizde krallar gibi karşılanan, gelişleri günler önce haber olan Cezayir asıllılar?.. Taha mıdır, Raşid midir, onlar?..
İşin sırrını Demis Russos açıkladı..
Uluslararası dilde söyleyeceksin..
Öne geçenlerin yaptığı bu.. Söylemek için o dili bilmen de gerekmez. Şarkıcı isen kulağın vardır, kulağın varsa öyle bir söylersin ki, uzmanı farketmez..
Yunanın Nana Muskurisi var, Demis Russos'u var.. Arabın Ümmü Gülsüm'ü var.. İsrail'in, Fas'ın, Cezayir'in şarkıcıları var, Uluslararası alanda.. Dünyanın her plakçısının raflarında..
Bu müthiş sesin yok..
15 yıl önce Fransa'ya gitti, Paris'i yıktı.. le Monde 2 sayfa yazı yaptı.. Almanya dağıldı.. Yunanistan'da hala efsane.. Sonrası.. Sonrası yok.. Her defasında yurda dönüp Uluslararası şarkıcılığı unutma..
Çıta hala Türkiye rekorunda duruyor ve bu İbo'ya yetiyor.. Dünya rekoruna koysa geçecek yeteneklere sahip oysa..
Hedef büyütmüyor..
22 yıl önce nerdeyse, orda duruyor..
..Ve vakit geçiyor.. Gemi kalkıyor.. Geç kalıyor..
Benim insanımın tipik kaderi bu.. Küçük hedeflerle mutlu olup, kaybolup gitmek.. Önüne büyük hedefler koyup, "Ben bu hedefe yürüyeceğim" diyene saygı duyacaklarına hatta "Umut taciri, haddini bil" diye, saldırırlarsa, başka türlü olabilir mi, zaten?.
Uçakta, gittim İbo'nun yanına oturdum..
Konuşma uzun.. Hararetli.. Buraya sığmaz.. Ayrı yazı konusu olur.. Haftaya o zaman..
Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar
Abuzittinciğim,
Çok şükür, gecikme ile de olsa nihayet tüm camilerde "Liraya sahip çıkın" hutbesinin okutulmasına başlandı..
İnsanın sorası geliyor: "Şimdiye kadar aklınız nerede idi efendiler neden bu güne kadar okutmadınız!?fYoksa bunun için de mi IMF'nin onayını beklediniz?."
Camilerde "Liraya sahip çıkma" hutbesinin ilki dün okutulduğuna göre piyasalar üzerindeki esas etkisi pazartesi günü belli olur.. Bakarsın borsa 15 binlere fırlamış dolar da 650 bine gerilemiş..
Gerçi, cuma hutbelerinin, zaman zaman, beklenen sonucu vermediği de görülmüştür. Bi keresinde, bi yılbaşı öncesi, gene böyle bi hutbeyle, piyango bileti almanın günah olduğu söylenmiş, yılbaşı gecesi için bilet alanların cehennemde cayır cayır yanacağı bilimsel bi biçimde anlatılmış fakat gel gör ki tüm biletler çekilişten iki gün önce tükenmişti..
Ben bu defa çok ümitliyim. Diyanet İşleri Başkanı Sayın Yılmaz da ümitli. Geçen gün gazetecilere bu hutbenin çok etkili olacağına inandığını söyledikten sonra "Dinimizde para biriktirmek hoş karşılanmaz.. Parayı çalıştırmak emredilmiştir. Kuran-ı Kerim de buna işaret eden ayetler vardır!" demişti.
Gerçi benim okuduğum Kuran-ı Kerim'de (Bilirsin çeşitli baskıları vardır. Benim okuduğum Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmıştı ve tarihi bi hayli eskiydi.) Evet benim Kuran-ı Kerim'de "Paranızı yastık altına saklamayın, dolarları Türk lirasına çevirip hemen İş Bankasına yatırın" gibilerinden bi ayete rastlamadım. Ama Arapça'dan tercüme sırasında bi hata yapılmış, iki üç satır atlanmıştır, belki..
Sayın Başbakanımızın da Camilerde "Liraya sahip çıkın" hutbesini gönülden desteklediğini gazetelerde okuyunca daha da bi hoş oldum.. Her ne kadar içi fesat bazı kişiler "Başbakan da liranın geleceğinin artık Allaha kaldığını anladı!" diye dedikodu yayıyorlarsada bu liranın işinin Allaha kalmasından çok Başbakanımızın hidayete erdiğini gösterir ki, milletçe, ayrı bir sevinç kaynağıdır.
Yalnız, bu arada beni endişelendiren Sayın Başbakanımızın "Liraya sahip çıkma" hutbesini savunurken arada pat diye "Bir devletin parası o devletin onurudur" demesi oldu. Şimdi AB ülkeleri paralarını terkedip Eurolarını kullanmaya başlıyorlar.. Al bakalım, yanıbaşımızda onurunu terke hazır bi sürü ülke var! İster misin onların onurunu korumak da bizim hükümete kalsın!? Zaten işleri başlarından aşkın bi de Avrupa'nın onuruyla mı uğraşacaklar? İşte onun içindir ki naçizane, "İşin içine onuru monuru karıştırmayıp biz kendi hutbemize bakmalıyız" diyorum.
Hazır hükümeti böylesine destekleyen bir Diyanet İşleri Başkanı da varken hutbeleri sıklaştırmalıyız. Ben zaten, şimdiye kadar, ülke ekonomisiyle bu kadar yakından ilgilenen bi Diyanet İşleri Başkanına rastlamadım.. Sayın Başkan haftabaşı vatandaşlara da ne güzel öğütler vermişti: "Lüks ve israf bir milleti yok etmeye yeterde artar bile. Bu lüks ve israfdan millet olarak kurtulmamız lazım!"
Ne kadar doğru bir laf değil mi kardeşim?
"Lüks ve israfdan kurtulmamız lazım!"
E peki o zaman Ankara-Eskişehir yolunda Diyanet İşleri'nin yeni yaptırdığı süper lüks binaya ne demeli!
Münasip yerlerinden öperim Abuzittinciğim.
Kardeşin Güneş.
Çapkınlık ve Sakıp Ağam!..
Hülya Avşar, Hülya Dergisi için Sakıp Ağamla konuşmuş.. Diyor ki ağam "Ben hiç çapkınlık yapmadım.."
Bu konularda ülkenin doktora yapmış uzmanlarından Hülya, yanıtı kabullenmiş sanki.. Öyle yazıyor..
Çünkü demiyor "Yahu Sakıp Ağam, festival zamanı, dünyanın tüm güzelleri yollarda, plajlarda cıbıl şov yaparken, bunların dördünü, beşini,üstü açık Rolls Royce'a doldurup, Cannes'ın o dünyaca ünlü caddesinde tur atan kimdi?.."
Şimdi Sakıp Ağam diyecek ki, "Arabada taşımışsak ne olmuş?.."
Ne olmaz, ağam, ne olmaz!.. Ticaret hukukunu benden iyi bilirsiniz, herhalde..
Menkul değerlerde zilyetlik mülkiyete karinedir..
Yani türkçesi, taşınabilir değerleri, taşımak, sahip olmanın göstergesidir.
SEVDİĞİM LAFLAR
Damlayan su taşı deler. Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir
Latin Atasözü
BİZİM DUVAR
Yenilikçilerin partisinin kısa adı AK. Yani "Allah Korusun"
Hakan&Utku
TEBESSÜM
Fıkra Murat Birol'dan
Temel ile Fadime çocukları paylaşıp, boşanmaya karar veriyorlar. Ama yedi çocukları vari.. İkiye bölünemiyor.
Temel "Bir tane daha yapalım sekiz olur, ikiye bölünür, o zaman sorun kalmaz," diyor.
Dokuz ay sonra Fadime ikiz doğuruyor.
|