kapat
25.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner
Dünyadan
Spor

banner
Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

www.euronet-tr.com
Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
ALİ BAYRAMOĞLU(abayramoglu@sabah.com.tr )

Suçlu yazılar

Bir süre önce, Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı yeni bir suç duyurusu hakkında ifade vermek üzere savcılığa gitmiş ve başka iki yazımın da ağır cezalık olduğunu öğrenmiştim. Yazıların biri, hâlâ aydınlanmamış olan "Silopi kayıpları"yla ilgiliydi. Diğeri ise jandarmanın yolsuzluk operasyonlarındaki konumunu eleşiriyordu....

Gülay Göktürk ve Ahmet Altan hakkında da aynı konuda davalar açıldığını öğrendim.

Aslında sorun ve sonuç ortada:

Silopi'de jandarma karakoluna girdikten sonra kaybolan iki insanın akıbetinin ne olduğu sormak, Şırnak il sınırları içinde JİT elemanlarıyla baskı mekanizması kurduğu iddia edilen bir alay komutanı hakkında soruşturma açılmasını talep etmek, bugün bu ülkede, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne hakaret olarak değerlendiriliyor.

Tabii, hemen sormak gerekir:

Muhtemel bir suçun kendisinin değil, aydınlatılma çabasının cezaya tâbi olması ne anlam taşır?

Bunu, eleştiriye tümüyle kapalı olan bir kurumun "aşırı alınganlığı" olarak tarif edenler var.

Ancak bu nasıl bir alınganlıktır ki, iki kayıp konusunda soru sormayı, araştırma yapmayı ya da bir devlet politikasını eleştirmeyi yasak kılar; düşünceyi 6 yıl hapis cezasına tâbi suç, eleştiriyi hakaret kabul eder, ettirir ve cezaevini işaret eder.

Böyle olunca, "sorun alınganlık sınırlarını aşan, demokrasi ve insan hakkı ihlâline giden" bir anlam taşıyor demektir.

Ve bu anlam sembolik açıdan benim de aralarında olduğum birkaç yazarı değil, tüm ülkeyi ilgilendirir. Çünkü hüküm sadece eleştirilere değil, tespitlere bile düşer...

Derdimi iyi anlatmak için "yeniden suç işlemem" gerekiyor... 159. Maddeden yargılanacak bir yazımın "suça konu" olan cümleleri şöyle:

"Askeri otorite bugün, siyasal sistemin en ücra noktalarında bile bir alan kontrolu uygulamakta, çeşitli mercileri, yasaları, protokolleri kendisine göre yoğurmakta ve kullanmaktadır. Son aylarda bu süreç asker denetimindeki yolsuzluk araştırmaları ve jandarmanın hareket alanının genişletilmesiyle hızlanmıştır. Yasaya göre İçişleri Bakanlığı'na, fiilen ve sicil açısından Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Jandarma Komutanlığı, askeri otoritenin taleplerine aşırı hassas Ankara DGM ile birlikte, Çetelerle Mücadele Kanunu'nu işlevsel kılarak, sivil emniyet güçlerinin alanına yerleşmekte, yürüyüşlerden yolsuzluklara, her tür olayın tanım ve takibini tekeli altına almaktadır..."

Bu cümleler bırakın hakareti, eleştiri bile içermiyor. Sadece tespit var burada. Üstelik, tüm ülkenin, tüm dış dünyanın yaptığı tespitler bunlar.

Evet, mesele keşke alınganlık olsa...

Genelkurmay Başkanlığı Hukuk Müşavirliği'nden gelen suç duyurularıyla açılacak davaların Adalet Bakanlığı'nın iznine tâbi olmasına, sicilini bu bakanlıktan alan ve sıkça bağımsızlık sorunlarıyla cebelleşen basın savcılarının onayından geçmesine ne demeli peki?

Askerin suç duyurularının, sırf oradan geliyor diye hiçbir engele takılmaksızın doğrudan mahkeme önüne gelmesi, sistemin çalışma biçimi hakkında ya da yukarıda yazılan "suçlu cümleler"in doğruluğu hakkında bir fikir vermiyor mu?

Peki basın muaf mı bu gönüllü boyun eğmeden?.. Sessiz sedasız yargılanan, hüküm giyen onlarca insanı, özellikle devrede askerin suç duyurusu varsa, görmezden gelenlere ne demeli?

Tabii hepsi görmezden gelmiyor. "Teknokrat hükümeti önerisini yazan gazeteci" kendi kendine günlerdir gürlüyor köşesinde: "Asker düşmanı sözde demokratlar diye..."

Sormalı şimdi: Sansür ve baskının sorumluları sadece onu yapanlar değil, onu görmezden gelerek, kişileştirirek meşrulaştıranlar değil midir?


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır