kapat
01.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.iku.edu.tr
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
NADİN TAŞCIOĞLU(nadint@sabah.com.tr )

Dalgalı kurla dalga geçiyoruz

Dalgalı kur sisteminin Türkiye'ye uygun olmadığını söyleyen Mahfi Eğilmez, "Zaten pratikte de ne döviz dalgalanıyor, ne de faizde kontrol var. Kontrollü kura geçmemiz gerek" dedi

Kısa vadeye yığılan iç borç, bankaların azalan kaynağı ve faizin düşme gereği birbiriyle çelişir hale geldi. Hazine eski Müsteşarı ve Garanti Bankası Yönetim Kurulu üyeliğini yapan Mahfi Eğilmez'e göre şu anda borçlanma maliyetinin hedeflenen yüzde 50'lik düzeye inmesi mümkün değil. Eğilmez'le serbest dalgalı kuru, iç borçlanmada son durumu ve takasın etkilerini konuştuk.

* Takasa, IMF kredisine rağmen iç borcun çevrilmesi konusunda endişeler var. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

Bu hava Kasım'da başladı, Şubat krizi de tuz biber ekti. Hazine, Merkez Bankası ve devlete karşı güven kaybı oldu. Bankalar da çok zedelendi. Hazine'ye borç veren en önemli oyunculardan biri Demirbank ve diğer bazı bankalar piyasadan silindi. Açık pozisyonlar kapandı. Yenilenebilecek sendikasyon tutarının da yarı yarıya düşebileceğini tahmin ediyorum. Böyle olunca bankalar kendi kaynaklarını, açıklarını kapatmak için kullanmaya başladı. Hazine'ye giden fonlar azaldı. Dolayısıyla iç borcun yenilenip yenilenmeyeceği sorunu çok fazla gündeme geldi. IMF devreye girmemiş olsaydı, ciddi bir sıkıntımız olurdu.

* Buna karşılık programa göre faizin düşmesi gerekiyor. Hatta Hazine piyasa ile inatlaştı...

Son ihale hariç öyle oldu. "Faizi indireceğiz" diye yola çıktık, faizi yükselttik. Çünkü başka çare yoktu. Eğer Hazine son ihalede faizi 12 puan yükseltmeseydi, 2.5 katrilyon borç alamayacaktı.

* Piyasanın yüzde 80'nin altındaki faizi şimdilik kaldıramayacağı ortada. Bütçeye etkisi ne olur?

Yüksek faiz ve kısa vade, sorunu bu yıla yığmış durumda. Şu anda yaptığımız tüm borçlanmanın faturası Kasım'da önümüze gelecek.

* Yani takasla elde edilen 1.9 katrilyonluk faiz tasarrufunun bir kısmını geri vereceğiz...

Malesef vereceğiz. Ben faizin kısa sürede yüzde 50'lere, 40'lara ineceğini düşünmüyorum.

KURA KONTROL GEREK
* Faizin kontrolü şu anda mümkün değil diyorsunuz. Para politikasının diğer ayağında dövizin serbest dalgalanması var...

Şu anda Merkez Bankası faizi bırakıp, dövizi dalgalandırdığını söylüyor. Dendi ki, kurda çok aşırı bir oynama olursa, müdahale edilecek. Bence bunların hiçbiri olmuyor. Şu anda döviz bırakılmış değil. Biz dalgalı kurla dalga geçiyoruz. Nedense denizle bozduk. Ya çıpa atıyoruz, ya dalgalandırıyoruz. Dünyanın hiç bir yerinde serbest dalgalı kur diye bir şey yok. Hep kontrollü kur vardır. Yapılması gereken, kuru yönetilmiş dalgalanma içinde götürmek. Serbest kur özellikle gelişmekte olan ülkeler için hiç olmaz.

* Neden uygun değildir?

İnsanların yön çizebilmesi için bir göstergesi olmalı. Paranız değer kaybetmiyorsa, enflasyon bir göstergedir. Enflasyon yüksekse, döviz kuru ile ilgili bir gösterge vermeniz lazım. Türkiye gibi tasarrufun yarısının TL olduğu bir yerde, dövizin gösterge olması çok önemli.

2000'de kurla bir gösterge çizgisi sunuldu. Enflasyon da gösterge olmaya başlamıştı. Şubat'ta dalgalı kura geçtik. Enflasyon gösterge olmaktan çıktı. Dövizi de bir kenara attık. Büyük bir belirsizlik yarattık. Buna rağmen uygulamada olmadı. "Aşırı dalgalanma olursa müdahale yapılacak" denmesine rağmen, Merkez Bankası kuru bir gösterge paralelinde götürmeye çalışıyor. Ve bence doğrusunu yapıyor. Türkiye'de serbest dalgalanan döviz kuru olmaz! Bu kadar belirsizliğin olduğu yerde faiz de düşmez.

* Kontrollü kura mı geçmemiz gerekiyor?

Oraya gidiyoruz gibi. Zaten kurlar iki aydır kontrol ediliyor.

* Eski tas, eski hamam yani...Yüksek faiz, kontrollü kur!

Bu kesin. Kaçış yok. 2000'deki havayı yakalamamız iki yılımızı alır.

Hazine takasla son barutunu kullandı
* Takas doğru muydu?

15 yıl boyunca Hazine'de takasın hep aleyhinde konuştum. Hâlâ da fikrim değişmedi. Devletin TL tahvillerini dolara çevirmesinin anlamı yok. Çünkü bankaları açık pozisyondan, fazla döviz pozisyonuna geçirdiğiniz zaman, dövizde tek belirleyici hale getiriyorsunuz. Yani kozu karşı tarafa veriyorsunuz. Bu, yapılan takas miktarıyla olmayabilir. Ama benim korkum, bunun devamının gelmesi.

Hazine'nin bir tarafta sakladığı son barutları vardır. Tüm tepeleri fethedip kalan tek kurşunu da son tepeyi almak için kullanırsan, sorun yok. Ama o tepeye çıktığında ilerde 7 tane daha görürsen, o zaman bittin!

* Erken yapıldı mı demek istiyorsunuz?

Erken değil, mecburen oldu. Bambaşka bir amaçla yapıldı. Bankaların açık pozisyonlarını kendi kendilerine kapatacak gücü yoktu. Örneğin program bozulmasa, enflasyon yüzde 20'ye düşmüş olsaydı, o zaman son barut atılacak, takas da yapılacak, bankacılık sistemi de rahatlatılacaktı.

Sıfır atmak da bir baruttur, örneğin. Enflasyon yüzde 10'a inse, paradan sıfırları atsanız, insanların TL'ye olan inancı daha da artardı. Hazine bu barutları böyle zamanlara saklardı hep.

Derviş IMF'yi kullanıyor
* Durum bu kadar ciddiyken, Telekom gibi ev ödevlerinde kriz yaratmak, biraz intihar gibi olmuyor mu?

Türkiye'nin bence en önemli sorunlarında biri siyasi uzlaşmayı sağlayabilmek. Fikir ayrılığı her zaman olabilir. Ama yola çıkmadan önce bunların halledilmesi gerekli. Bir takım detayları açık seçik konuşmuyor ve yolun ortasında tartışmaya başlıyoruz. Demek ki tüm kabine üyeleri arasında Telekom konusunda uzlaşma sağlanmamış. Eğer tartışma o zaman yapılsaydı, belki yola çıkmayacaktık.

Kemal Derviş IMF'yi leverage (manivela) olarak kullanıyor. "Bunlar yapılmalı, yapmazsan IMF parayı vermiyor" kozunu öne sürüyor. IMF "Telekom'da üye kim olacak" gibi ayrıntıları bilmez, bakmaz. Ancak biz söylersek bunu bilir.

* IMF'den gelen uyarıya bakarsak, bir telefon trafiği yaşanmış gibi görünüyor!

Herhalde. Bunu ayıplamıyorum. Ben de bürokratken bunu çok yaşadım. İtiraf ediyorum, ben de bazen siyasilere karşı IMF'yi manivela olarak kullandım. Ama bunun bir limiti var. Manivelayı çok kanırtırsanız, kırılır.

İstenen şeyi en sonunda yapacaksan, başında yap! İnatlaştıktan sonra başkalarını zorlaması ile yapma. Bizim sergilediğimiz tutum çok yanlış. Müthiş prestij kaybettiriyor. IMF "Parayı vermem" deyince, yapar hale geliyoruz. Madem yapacağız, bu işi baştan yapalım.

Aslında hükümet piyasalarda olumlu etki yaratacak çok işler yaptı. Amaçlanan, bu düzenlemelerle faizlerin kendiliğinden yüzde 40'lara, 50'lere düşebileceği bir ortamı hazırlayıp, artık bu işin yönetilebilir bir hale geldiğine piyasaları inandırmaktı. Ama diğer taraftan da Telekom gibi pürüzler yaratıp, olumlu etkileri yok ettik. Yeni sorunlar yarattığımız için faiz tam tersine yükseldi.

Sendikasyonlar hormonluydu!
* Bankalar bu yıl ne kadar sendikasyon kredisi alabilecek?

Bir arkadaşımın çok güzel bir tarifi var. Geçen yılın sendikasyonları "hormonluydu" dedi. 2000 yılında rekor düzeyde yaklaşık 6.5-7 milyar dolarlık sendikasyon kredisi alındı. Türkiye'ye her zaman 3 milyar dolar civarında borç veren banka var. Ama geçen yıl işler iyi gidiyor diye Türkiye'yi tanımayanlardan da ilave kaynak aktı. Şimdi yine sadık vericilere kaldık. Bu yıl ancak 3.5, 4 milyar dolarının çevrilebileceğini tahmin ediyorum.

Bildiğim kadarıyla Akbank, Yapı Kredi, Garanti ve Koç kabaca 1.5 milyar dolarlık sendikasyon kredisini yenilemek için piyasada. Önümüzdeki bir ay içinde bu paralar geri ödenecek. Tahminim ancak 1 milyar doları geri alınabilir. Küçükler zaten yenileyemiyor, onların bir kısmı geri ödendi. Aşağı yukarı 6.5 milyar dolardan 3.5 milyar dolara inersek, sadece sendikasyonlardan kaynaklanan 3 milyar dolarlık bir kaynak eksiğimiz var demektir.


Bu sayfa MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.. ile
Yöre Elektronik Yayımcılık A.Ş. işbirliğiyle hazırlanmıştır.