kapat
01.07.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

www.iku.edu.tr
Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

 
TEVFİK YENER(tyener@sabah.com.tr )

Fahişenin kadersizi, öder hamam parasını kendisi

Şangııır diye cam kırıldı. Kocaman kavuklu adam fırladı, başladı bağırmaya: "- Ulan!.. Vay canına!. Hem cam kırıldı, hem de taş yüzüme düştü. Kimdir o taşı atan köpoğlu? Ha bakayım?"

Birisi gizlendiği yerden çıktı, Musevi aksanıyla cevap verdi:

-Darrilma be kuzum! Çocuklar taşi bana atmişlar, ben kaçtim, taş sizin cama yelmiş!

Kavuklu içerledi: "-Sen neden yerinde durup da taşı kafana yemedin, köpoğlu?"

Öteki ezilip büzüldü: "-Taş yenir mi be kuzum? Pasta olsa yerdim."

Kavuklu köpürüyor, halk gülüyor...

Açıkhava Tiyatrosu'nda ortaoyunu izliyoruz.

Kimdi o kavuklu? Can çekişen ortaoyunu sanatının son ustası?

***
Kavuklu'nun filmlerini kaçırmazdık. Kahkahadan yerlere yatardık. Taaa ilkokuldayken.. Onu ilk canlı seyrettiğimde İstanbul'un mezarı kazılıyordu. 1955 sonrası yıllar... Bizans ve Osmanlı eserleri gömülüyordu. Menderes İstimlakleri diye adlandırılan yıkımlar; dünya güzeli İstanbul'un çehresini ustura gibi doğruyor, çirkinleştiriyordu.

O İstanbul ki, buluntularda; insanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden... Kayıtlara göre M.Ö. 3'üncü binlerde kurulmuş. Peh, peh... İşte dünyanın en büyük müzesi yerle bir ediliyor. Sadece Menderes mi? İstanbul ondan çok zaman önce de modernleşme adına katledilmiş. Menderes namuslu adamdı. Kendine göre İstanbul'a çağ atlatıyordu. Ama yıllar sonra İstanbul rant için talan edildi... Menderes gibi iyi niyetli değildiler.

1950'nin ikinci yarısında; Surlar, türbeler, mezarlıklar, çeşmeler, anıtlar yani tarih yok edilirken Beyazıt Camii'ne yaslanmış asırlık kahveleri de yıktılar. Tarihi Beyazıt kıraathanelerinin müdavimleri şaşırmıştı. Nerede toplanacaklardı şimdi? Dağıldılar. Kimileri Koska'daki baraka kahvelere gidiyordu. Ama nerede Çınaraltı'nın, Acem'in keyfi?..

Kahve yıkıldı efendi, çare yok!.. N'aapsın, Laleli'ye taşındı Acem Hüseyin abi... Böylece, Acem Hüseyin ile ortağı Veli efendi "kıraathane" kültürünü Laleli'de yaşatmaya başladılar. Laleli üniversite semti. Ön tarafta sohbet, kıraat vardı.

"Oyun mu oynayacaksın? Geç arka tarafa..."

Ön tarafta sohbet eden Mükremin Halil, Naci Şensoy, Emin Ali gibi ordinaryüslerin, profesörlerin lafını balla da, baltayla da kesemezdi tavla takırtıları. Ayıp olurdu ayıp!

Ön tarafta en usta marpuççunun sardığı sapsarı tütünlü nargile takırdayabilirdi ancak... Uzun ve hoş törenle sunulurdu nargile... "Ayşe" denir nargile hizmeti gören kişiye... Hepsi erkektir ama, bir İstanbul esprisi işte... Hiçbir "Ayşe" kızmaz, çünkü gelenektir.

Kor halindeki minik "Meşe" odunu kömürlerini "Ayşe" tömbekinin üstüne yerleştirir. O sevimli küçücük, parmak kadar "Maşa" ile... Maşa tömbekinin yanına bırakılır ki, ateşi düzeltip keyfini yapsın nargile tiryakisi yahu... Ve nargile öyle ortalık yerde içilmez. Bir "Köşe" şarttır. Nargile tiryakisi "Köşe"sine çekilmiştir. Böylece nargile kültüründe şart olan "Maşa, Meşe, Köşe, Ayşe" kuralı tamamlanır.

Bir de çay yapılırdı ki; tavşan kanı... Acemin Kahvesi'ne alüminyum ya da benzeri metal kaplar giremezdi... Çünküüüm; porselen demlikte demlenirdi çay... Ve tertemiz minik çay bardakları kristal kalitesiydi. Kırmızı beyazlı güzelim çay bardağı tabakları da porselendi. Çayı çaydı Acemin... Üç beş bardak içtin mi gevşeklikten pekliğe geçerdi bağırsak nizamı... Ama tadına da doyulmazdı o çayın...

Acemin Kahvesi'nin bir müdavimi vardı ki, bir benzeri gelmedi demiştim. Değerli insanlara değer vermeyen bu ülkede onu çoktan unuttuk. O ki, batıda olsaydı Şarlo ile kıyaslanırdı. Adına festivaller düzenlenir, ödüller verilirdi. Bu yolda saçını ağarttı Müjdat Gezen...

"Benzeri gelmeyen" kişi, yukarıda bahsettiğim kavuklu idi.

HIYARIN KARTVİZİTİ
O, bu milletin yetiştirdiği en büyük sanatçılardandı.

Adı: İsmail Dümbüllü..

Laleli'deki Acemin Kahvesi'nin bitişiğindeki apartmanda otururdu. Çok severdik, çok saygılı davranırdık. İsmail Dümbüllü beyfendi kapıdan gözüktü mü, keserdik şamatayı... Kızının kolunda giderdi bir yerlere... Kızı da güzeldi. Uzun boylu, gösterişli, ciddiydi. Bizim gibi yakışıklılara dönüp bakmazdı bile...

İsmail Dümbüllü tuluat ve ortaoyununun son sanatçısıydı. Tiyatro aşkına askeri okulu bırakmıştı... Hem de Abdülhamid'in silahtarı babasını dinlemeyip... Kimlerle sahneye çıkmıştı; Manakyan, Naşit bey (Adile Naşit'in babası), Abdürrezak, Küçük İsmail, Asım Baba ve Kel Hasan gibi... Onlar göçmüştü. Bir Dümbüllü kalmıştı

Kırıldığı bir olayı onun ağzından Acemin Kahvesi'nde dinlerken 1961'e gelmiştik. Sanat yaşamının 50'nci yılındaydı. Kendisine özel, nargile tokurtulu meşhur sesiyle şunları anlatmıştı:

"-Birkaç ay önce Açıkhava Tiyatrosu'nda "Kavuklu Hamdi"yi temsil ederken başıma geldi... Kaptırmışız kendimizi temsile... Pat diye bir şey düştü ayağımın dibine. Baktım kocaman tohumluk bir hıyar... Seyirciler tuhaf oldu. Eğildim; aldım hıyarı, seyircilere gösterdim... -Efendinin biri...- diye söze girdim. Herkes suspus kesildi.

Hıyarı sallayarak -Efendinin biri kartvizitini yollamış... Oyundan sonra gelsin de görüşelim...- dedim. Millet kahkahadan kırıldı... Ama ben yürekten kırıldım. Sahneye çiçekten başkası atılmaz. Fena değişiyoruz galiba..."

İsmail Dümbüllü üstadın bu sözlerini unutamadım.

Tuluatı ve ortaoyununu Osmanlı döneminden cumhuriyete taşıyan, seyirci rekoru kıran onlarca film çeviren Dümbüllü...

Maddi durumuna gelince: Eşsiz sanatçı elli yıllık sanat hayatında "Eh geçinmişti işte.." Gözleri dalgın "Benim tekaüdiyem (emekliliğim) bile yok... Çöpçü olsam olurdu..." demişti. 1961'di bunları söylediğinde...

Sosyal hakların tartışıldığı, azıcık alınabildiği ve tamamının asla alınamayacağı yılların başındaydık. 31 Aralık 1961'de Türkiye tarihinin ilk büyük işçi mitingi yapılacaktı.

Askerler 27 Mayıs 1960 müdahalesinden sonra 1961 Anayasası'nı temmuzda yürürlüğe sokmuştu. İşçilere toplu sözleşme, grev ve sendika hakları tanınmıştı.

Sivillerin o güne kadar vermediğini asker yasalaştırmıştı. Ancak yasalar Meclis'ten bir türlü çıkmıyordu. İşçi patladı. Yılın son günü Saraçhanebaşı'nda toplandılar. 150.000 işçi...

Saraçhanebaşı Mitingi adıyla tarihe geçen toplantıda emekçiler haklarını uygarca istediler. Tek olay yaşanmadı. Sakindiler, ağırbaşlıydılar. Böylece seslerini daha iyi duyurdular. Yasaların çıkmasına hız kazandırdılar.

İsmail Dümbüllü ile yaptığımız sohbette "çalışanın sosyal haklarıyla ilgili yeni yasaların çıkacağından" söz etmiştik. Ayrılmaz sahne arkadaşı, tuluat ve ortaoyunu ustası Bahattin Geçgel de yanındaydı. Gülmüştü ve demişti ki:

"-Biz o günleri göremeyiz. Nerede bizde o kısmet! FAHİŞENİN KADERSİZİ, ÖDER HAMAM PARASINI KENDİSİ diye bir söz vardır bilir misiniz?"

1897 doğumlu İsmail Dümbüllü'nün "zamanı" 5 Kasım 1973'te geldi.

"Yeryüzünde -zamanı- olan bir varlık yoktur

Tanrı'dan başka.

Ve bu yüzden bütün çiçekler gelir ona."

SÖDERGRAN/KARATAY


Bu sayfa MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.. ile
Yöre Elektronik Yayımcılık A.Ş. işbirliğiyle hazırlanmıştır.