Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 12 Eylül 1980 tarihinde darbe yaptığı, bu yolla cumhurbaşkanlığı ele geçirdiği ve adını "dokunulmazlar" listesine koyduğu gerekçesiyle Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana eski Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu hakkında verilen cezayı onamış, beraat kararını da bozmuş...
Yargıtay 9. Ceza Dairesi, gectiğimiz aylarda, Kayasu'yu "görevini kötüye kullandığı" gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu'nun 240. Maddesi uyarınca 1 yıl hapis cezasına mahkum etmiş, ardından bu cezayı önce 10 ay hapis cezasına, sonra da 988 milyon lira para cezasına çevirerek ertelemişti. Buna karşılık sanığın Türk Ceza Kanunu'nun 159. Maddesinden cezalandırılması talebini reddetmiş ve beraat kararı vermişti.
Şimdi ceza kararı onanmış, beraat kararı bozulmuş bulunuyor...
Diğer bir deyişle savcı Kayasu, "devletin askeri kuvvetlerini tahkir ve tezyif" suçundan, Türk Ceza Kanunu'nun 159. Maddesi çerçevesinde 1 yıldan 6 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle yeniden yargılanacak.
Yargıtay Ceza Kurulu'nun aldığı kararların yasaların kaynaklarından sayılan "içtihat kararları" olduğu dikkate alınırsa, bu son karar sivil hukuk açısından, ülkede hukukun gidişatı açısından oldukça ciddi bir duruma işaret ediyor.
Diğer bir deyişle bu meselede önem taşıyan husus ne tek başına savcının hazırladığı iddianamenin, yargı usulüne aykırı olarak mahkeme önüne gelmeden takipsizlik kararıyla rafa kaldırılması ne de yine tek başına savcının görevi kötüye kullanma suçuyla karşılaşmasıdır. Asıl önemli olan, bunların tümünü kuşatan ve meşrulaştıran, emsal ötesi bir içtihat kararına çeviren, yani referans kılan Yargıtay Ceza Dairesi'nin kararıdır.
Görünen o ki, Türk mevzuatına göre, bir askeri darbenin "darbe olduğunu söylemek", darbeyi yapanları "hesaba" davet etmek "suç" haline gelmekte; daha da öte, 20 yıl önce yapılmış bir darbe hakkında suç duyurusunda bulunmak, bugün orduya hakaret "gücü" taşımaktadır...
Bu durum akıl alır gibi değildir ama, manidardır.
Kim ne derse desin; 12 Eylül müdahalesini hukuk dışı olmakla suçlamak cezalandırılmayı gerektiriyorsa, Türk hukuk ve siyaset sistemi bu yolu doğal kabul ediyor, yani "darbe kapısını açık tutarak meşrulaştırıyor" demektir.
Bu karara göre, demek ki, bundan böyle hukuki açıdan suç olan darbe yapmak değil, ordunun silahlı müdalesini darbe olarak tanımlamaktır...
Bu karara göre demek ki, 1982 Anayasası'yla ülkenin yönetim kaosuna itilmesinin, özgürlükler rejiminin rafa kaldırılmasının, bugün tüm kesimlerin değişmesini istediği siyasi partiler kanununun hazırlanmasının, yani hukusuzluğun sorumlusu 12 Eylül rejimi değil; neredeyse 12 Eylül'ü eleştirenlerdir¥
Bu karara göre demek ki 12 Eylül devam etmekte ve "askerin askeri nitelikli olmayan siyasi tasarrufları" hakkında, örneğin 28 Şubat hakkında ters ve olumsuz fikir beyan etmek suç teşkil etmektedir...
Ve demek ki, bu ülkede savcıların kendilerine verilen yetkiler çerçevesinde akıl ve vicdanlarını kullanmalarının bazı kayıtları, CMUK'un 153. Maddesine başvurmalarının bazı sınırları bulunmaktadır...
Savcının böyle bir iddianame hazırlayarak "şov" yapma peşinde olduğu söyleniyor. Bir eylemin şov olup olmadığı, yol açtığı ya da açabileceği sonuçlara göre değerlendirilir.
Savcının bu iddianamesi mahkeme önüne gelse ve Anayasa'nın 15. Maddesine çarparak, Anayasa Mahkemesi'ne intikal etse ve diyelim ki bu mahkeme, TBMM'den bu yasanın Anayasa'nın diğer hükümlerine aykırı olduğunu belirterek değiştirilmesini talep etse, ne olurdu dersiniz?
Hukuku devre dışı bırakırsanız, karşınıza bugün olduğu ve yaşandığı gibi otoriter değişim çıkar; otoriter değişim ise hukuktan biraz daha çark edilmesini hızlandırır ve olsa olsa kuru bir siyasi hesaplaşmayı ifade eder.
Magazin
