kapat
30.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

Kangurum

Dünyadan
Spor

Limasollu

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Medyasoft
 
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )

Kırık

Kırk küp, kırkının da kulpu kırık küp... Peşpeşe gelen k'lı, ı'lı, r'li sözcüklerin yarattığı ses uyumsuzluğundaki dil peltekleşmesini, ortaya çıkarıp eğlenmek için bulunmuş, bir çeşit tekerleme...

Kırk küp kırkının da kulpu kırık küp...

Bende ise, Viyana'daki bir eski zaman madeninin toprak altı göllerine açılan mağaralarıyla; mağaraların iç içe uzayan ıslak, daracık, bayır tünellerindeki; hiçbir kulağın duymadığı bir yankılanma...

Oralarda dolaşırken ben haykırmadım... Bir haykıranı da duymadım... Ama bir yankılanma vardı...

O yankılanmada; şiir de bilen, yazı da yazan, bikini de giyen, yaşamına egemen görünen, halktan yana ve sanattan anlayan ve herşeyi çatır çatır konuşan ve aslında kimsesiz, ama dirençli kızlar vardı.. Çeşitli tutuculukların üstesinden gelmişlerse de; aşklarının içkisiyle kadehini, bir türlü biraraya getirememiş kızlar...

Sonra o yankılanmada; mutluluğuyla mutsuzluğunu düşünmekten çoktan vazgeçmiş; ve şişmanlamış; ve en azından üç çocuk emzirip büyütmüş kadınların; sabahın dokuzuyla akşamın beşi arasında, yirmi beş yılını yavaş yavaş gömerek ihtiyarlamış, kocaları vardı...

Sonra karaciğere sıçramış bir bağırsak tümöründen; ameliyatla, hem kurtulduğunu sanan, hem sanmayan; suluboya mavisi gözlerinin; bazen toplu iğne başına benzeyen bebekleri, gözlüklerinin arkasında donuklaşan, genç bir adam vardı.

Işıkları, mutluluklarından büyük bir kentin, lokantalı meyhanesinde, onun:

- Sen, herşeyin bir ödemesi vardır, der dururdun... Doğru değilmiş; hiçbir şey, hiçbir şeyi ödemiyor dostum, ödemiyor, deyişi vardı...

Ben o eski maden kuyularında çok daha önce dolaşmıştım... Daha sonradan görüp yaşadıklarım da maden kuyularında yankılanmıştı.

Kırk küp kırkının da kulpu kırık küp..

Kırk küp kırkının da kulpu...

Kırık..

Kulpu kırkının da..

Kırık..

Kırk küp..

Kulpu..

Kırık..

Kırık..

Kulpu kırkının da.

Yüz kırkının da, bin yüz kırkının da, on bin dokuz yüz kırkının da; yüz bin iki yüz kırkının da..

Sonra kapı çalındı... Dibi çift katlı çelik, susuz yemek pişiren tencere satıcıları geldiler... Ellerinde ofset baskı, resimli broşürler vardı...

Broşürlerde teflon tavalar, mikserler, düdüklü tencereler vardı..

Bana önce fritöz satmak istediler... Fritözün ne olduğunu öğreterek satmak istediler. Kendileri de, ne olduğunu bilmiyorlardı. Benimse, nasıl olsa bilemeyeceğimden emin oldukları için, "ben şahsen kullanıyorum çok memnunum" diye anlatıyorlardı.

Ben onları dinlerken fritözü çok iyi bildiğimi ve ata binmeyi bilmediğimi düşünüyordum. Ve içimden sormak geçiyordu:

- Siz ata binmesini bilir misiniz?

Çünkü ben hiç değilse bir kez gazeteye yazımı atla götürmeyi düşlüyordum...

Çıkıtak çıkıtak çıkıtak...

Ayağımda kilot pantalonla kısa konçlu yumuşak çizmeler; sırtımda bir gömlek, başımda jokey kasketi, kıç cebimde de yazı...

Satıcılar mikserleri de anlattılar: - Bunları görüyorsunuz ya, hamur çalkalar, diyorlardı...

Ben soruyordum:

- Başka ne çalkalar?

- Pasta hamuru çalkalar, börek hamuru çalkalar.

- Mayonez çalkalamaz mı?

- Çalkalar.

- Ayran?

- Ayran da çalkalar.

- Hangi parçalar börek hamuru, hangi parçalar pasta hamuru, hangi parçalar mayonez, hangi parçalar ayran çalkalar?

- O kadarını biz de bilmiyoruz, diye sırıtmaya dönük gülücükler yapıyorlardı...

Hangi okulda okuduğunu sordum; kutuları, ambalajlarıyla, ta içerilere kadar girene..

Selçuk Üniversitesi'nde öğrenciymiş.

Yeraltı sularıyla mağaralarını yazmış kimse yoktur bizde... Bütün bilinmez mağaralarda aynı yankılanma var gibiydi...

Kırık...

Kırkının da...

Kırık...

Aydın yüzlü kızlardı onlar... Dirençli kızlardı... Yaşlanıyorlardı... Yaşlanmış aile babaları da, aydın yüzlüydüler... Çocuklarıyla geçinemiyorlardı... Ben yazıyı ata binip götüremiyordum.. Akşam olurken kırık kulplar doluşuyordu balkonlara... Kırıntı yaşamların kırık... İpsiz balon yaşamlarının kırık... Issız ve sığınaksız kırık... Bazen günü birliğine bütün ve sonra kırık...

Eski zaman madeninin yeraltı göllerine açılan mağaralarında, kimsenin duymadığı bir yankılanma... Binmediğim ve hiç binmeyeceğim bir atın nal seslerindeki yankılanma gibi...

Belki de sadece ben duyuyordum...

Kırık..

Kulpu kırkının da, yüz kırkının da, bin kırkının da, on bin kırkının da, yüz bin kırkının da...

Not: 17 yıl önce yazılmış bir

yazı... "Güneş"ten...

 
Türkiye bu krizden ne zaman çıkar?

3 Ay
6 Ay
12 Ay
1 Seneden fazla

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır