|
|
|
Saç, ter, reçine ve Perdeler
Şebnem Ferah yeni şarkısı "Perdeler"e çello solo uygun görmüş, Apocalyptica grubu da eyvallah demiş. Baltık Denizi'ne kadar gidip bilgi ve görgümüzü arttırmamız bundandır. Helsinki bunalımının sırrını ve ilacını da çözmüş bulunuyoruz
Björk'un başrolünde oynayıp Altın Palmiye bile aldığı "Dancer in the Dark-Karanlıkta Dans"ı gördüyseniz, mutlaka ağlamış, kahrolmuş, içiniz ezilmiştir. Darmaduman bir filmdi kendisi. Finlandiya seyahatimizde bunun sebebini idrak ettik. "Konuyla ne ilgisi var; Björk Finlandiyalı bile değil, film de orada geçmiyor?" diyeceksiniz ama nafile, biz olayı çözdük bir kere. 'Kuzey' olayı. Eminim Norveç, İsveç ve Danimarka -hatta daha da ileri gidip Belçika da diyebilirim- 'bet' ülkelerdir. Bizi oraya götüren Universal'dan Bige Hanım iki günde intiharın eşiğine geldi dersek, umarım sizin için yeterli olacaktır. Veya Helsinki city guide'da "Evet, intihar oranı en yüksek ülke Finlandiya'dır, ama votkamız ve Nokia'mız meşhurdur" gibi şeyler yazıyor dersek...
'KENDİNİ YENİLEME' MEVZUU
"E, madem öyle niye gittin" diyecek olursanız, enteresan bir buluşmaya tanıklık etmeye gittik: Şebnem Ferah'ın canı Apocalyptica'yla düet yapmak istemişti. Bizi de çağırdı. Kısaca. Apocalyptica'yı hatırlarsınız; şu Metallica'nın parçalarını çelloyla çalan çocuklar. Bir iki defa Türkiye'ye gelmişlerdi.
Şebnem'e sorduk: Nereden çıktı bu düet? "Daha önceden beri müziğin her iki albümümde de benim müziğe bakışaçımı yansıtan albümler yapmaya çalışıyordum ve her zaman da o ana kadar öğrendiklerimin yanı sıra yeni bir şeyler de eklemeye çalışıyordum kendimce" dedi. "Efendim?" diye cevap verdik. Apocalyptica üyeleri hiç oralı değildi; Türkçe konuşuyorduk ve onlar kendi dillerine feci benzettikleri bu dili, fıçılarca bira eşliğinde keyifle takip etmekle meşgullerdi. Şebnem'i anlamamıştık. Ama bu normaldi, zira Helsinki'deydik ve güneş vardı ve sabahtan beri ısınmak için votkaların tadına bakmıştık ve... "Nasıl yani?" dedik, Şebnem bu sefer "Yeni bir vizyon açacak bir şey" diye açıkladı. Sonra da "Albümün başından beri kendim için yeni ne yapabilirim diye düşünüyordum. Dünyada denenmeyen bir şey kalmadı, bütün türler birbirine karışmış ve birbirinden faydalanıyor vaziyetinde. İlkel bir tarafı olan bir müzik yapmak istedim, ilkel derken daha saf, bu da net enstrümanlarla mümkün. Bu fikir oluştu, aynı company'de olduğumuz için uluslararası boyutunu da çözdük. Her şeyden önemlisi kendimi yeni bir şey yapıyormuş gibi hissedeceğim. Motivasyon olacak" dedi.
Çaresiz peki dedik. Arkadaşlar böyle bir proje düşünmüşler, iyi de olmuş, kızımız güzel, sesi güzel malum, eh çocuklar da fena çalmamış; sorun yok. Şarkının ismi "Perdeler". Şebnem'in en yeni şarkısı. Sözler-müzik ona ait. "Yarın güneş doğar elbet, yeter ki açılsın şu perdeler..." diyor. Yakında çıkacak yeni albümün de habercisi tabii. Biz sound'u bir önceki "Artık Kısa Cümleler Kuruyorum"a benzettik, ama belli olmaz, albüm çıkana dek beklemek lazım.
Allahın işi; Danimarkalı bir arkadaşım dinlemişti o albümü tesadüfen ve Şebnem'in sesine hayran kalmıştı. Bunu Apocalyptica'lı arkadaşlar Max ve Paavo'ya da anlattım. Vay canına, dediler. Yanımızda oturan Hürriyet'çi arkadaşımız Yeşim Çobankent biraz dedikodu yapmaya karar verdi ve aynen şöyle sordu: "Şebnem'in sesi hakkında siz ne düşünüyorsunuz?" Çocuklar da harbi çıktı: "Bilmem, yarın stüdyoda görürüz!" Şebnem kikirdemeye başlayınca ona çello da çaldırmaya karar verdiler.
KARANLIKTA DÜET
Apocalyptica'cılar Şebnem'in geçmişinden bihaberler. Ortalığı karıştırayım dedim ve "Biliyor musunuz, o eskiden hızlı bir rock grubu solistiydi" diye yumurtladım. Max ve Paavo bu işe sevindi, ama tehditkar ifadeyle "Asıl siz bizim geçmişimizi bilmiyorsunuz" dediler.
Geçmişleri hakikaten şahane: Adamlar Sibelius Akademisi mezunu, "Oraya girmek için çok yetenekli olman lazım" diye caka satıyorlar; ama çellolara "eziyet" çektirmeye karar vermişler bir kere: "Enstrümanlarımızın saç, ter ve reçine ile dolması hoşumuza gidiyor" diyorlar. Sonra efendim, dünyadan çok sevdikleri ve ünlü olmalarının müsebbibi Metallica abileri, onları San Francisco Senfoni Orkestrası'yla verdikleri konsere davet etmiş, kendi limuzinlerini göndermiş... CV iyi yani. Aferin Şebnem.
KEMANCI'NIN SIRRI
Türkiye'yi sevmişler, ama Mimar Sinan'ın rıhtımındaki konserde mideleri bulanmış: "Kabus gibiydi. Büyük gemiler geçiyor, dalgalar geliyor, sahne sallanıyor, sen solo atmaya çalışıyorsun. Verdiğimiz en tuhaf konserdi" diye anıyorlar.
Tuhaf buldukları şey yalnızca o değil: "Club kapasiteniz inanılmaz. Kemancı bin kişi alıyor! Burada en fazla 200 kişi alır bir yer. Türkler de ufak insanlar değil ki, hadi Koreliler olsa neyse..."
Biz de onlara "Neden Helsinki'de bütün otellerin adı Sokos ve bütün restoranların adı Cabana?" diye soracaktık ki... Votkalar geldi.
AYŞE DENİZ POYRAZ
|
|
|
|