Sıkça dile getiriyoruz; yolsuzlukların ulaştığı nokta ve ekonomik krizin yarattığı atmosfer çerçevesinde "siyaseti yeniden yapılandırma gereği", yerini "siyaseti imha etme girişimleri"ne bırakıyor. Siyasetsizliğin yarattığı sıkıntıların faturası tüm bir siyasi mekanizmaya, hatta siyaset fikrine çıkarılıyor.
Bu yanlış ve tehlikeli bir gidiştir.
Ekonomik kriz başta olmak üzere, onu besleyen yönetim kaosunu ve bu kaosun ardında yatan siyasi merkeziyetçiliği azdıracak bir gidiştir.
Unutmamak gerek: Nasıl ekonomik kriz, "aşırı merkeziyetçiliğe bağlı büyüme modelinin iflası"nın sonucu ise; tüm sistemi kuşattığı oranda yozlaşma ve ona bağlı yolsuzluklar da "popülizmi besleyen merkeziyetçi sistemin tıkanması"nın bir sonucudur. Bütçe dışı fonların, hukuksuzluğun, demokratik denetim eksikliğinin, siyasi alanın daralmasının hazırladığı zeminde, "ayn” rant dağıtımı"nın "nakd” rant dağıtımı"na dönmesinin yarattığı bedeldir. Rantın toplumsal kesimlerden onları siyaseten ikame etmesi beklenen ekonomik güç merkezlerine yönelmesinin karşımıza çıkardığı bir faturadır.
Siyasetin imhası bu faturayı ve bu tıkanıklığı sadece artırır. Ne var ki, krizi değerlendirirken, krizden çıkış yolları ararken tuturduğumuz güzergâh, yeni bir krizin başlangıç noktasına işaret ediyor.
Ekonomik yangının en tepesindeki alevlerin bir süre sonra sönecek olması kimseyi yanıltmasın. Türkiye'nin temel sorunu siyaset sorunuysa, bunun ana sorumlusu siyasetçi değil, siyaseti bu şekilde yapılandıran devletçi gelenektir. MGK örneğinde olduğu gibi, siyaseti siyasi açıdan iktidarsız kılarak rant dağıtımına endeksli hale getiren "milli güvenlik ideolojisi"dir. Daha da öte, din-siyaset, ekonomi-siyaset, asker-siyaset arasına gerekli mesafeleri koymayan, her bir sahanın özerk nitelikte oluşumunu tehlike gören ve bu oluşumu engelleyen alaturka modernleşme projesidir. Nitekim bugün siyaset-ekonomi ilişkisinin koparılması yönündeki talepler, siyaset açısından, aynı din” alan konusunda yapılageldiği gibi, bir özerkleşmeyi değil, tersine marjinalleşmeyi hedeflemektedir. Ve bu yolla sorunların kaynağı olan model bilerek ya da bilmeden pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Üniversitelerin YÖK'e, para politikasının Merkez Bankası'na, siyasetin askere bırakıldığı bir düzende, demokratik ve hukuki denetimin berhava olması, bunun yozlaşmayı ve krizleri azdırması kaçınılmaz olur.
Türkiye'nin bugünkü halini farketmek yarınını anlamak için yeterlidir:
1. Siyaset temel siyasi kararları alma sürecinden dışlanmıştır. 2. Siyaset şimdilerde ekonomik karar mekanizmasından dışlanmaya çalışılmaktadır. 3. DGM'ler, jandarma, 4422 sayılı yasa üzerinden yargı, iyice devlet kontroluna sokulmakta, jandarma güçlerini İçişleri Bakanlığı'nın "efendisi" yapacak "Güvenlik Koordinasyon Merkezi" uygulamasıyla devletin sivil birimleri üzerindeki asker denetimi ve siyaset üzerindeki operasyon gücü artmaktadır.
Bu koşullarda kimse, ülkenin seçim ve siyasi partiler yasaları çerçevesinde bir siyasi yapı değişikliğine gideceğini sanmasın...
Bundan sonraki aşamada, yukarıda sıralanan "araçlar"dan hareketle, siyasetin, siyasetçi ve siyasi partiler üzerinden Türk usulü ya da 12 Eylül usulü tasfiyesi yaşanacak ve bunun adına reform denilecektir. Büyük ihtimalle "yolsuzluklar politikası" çerçevesinde, hukuk adına hukuk dışı, düzen adına düzen dışı siyasi operasyon günleri yaklaşmaktadır. Bu, siyasileri yargı önüne çıkarma ve yeni partilerin kurulacağı zemini oluşturma operasyonu olacaktır.
Ülkeyi şu günlerde kasıp kavuran yolsuzluklar çok önemli. Bu yolsuzlukların üzerine hem hukuki hem siyasi hem de yapısal açıdan gitmek şart. Ama bilin ki, yolsuzluklardan güç alacak yeni "depolitizasyon" projesi de en az yolsuzluklar kadar ölümcüldür.
Unutmayın 11 Eylül günü yaşananlar, 12 Eylül'ü hiçbir zaman doğrulamamıştır. 12 Eylül gelmiş geçmiş, ama arkasında kendi hukukunu bırakmıştır.