kapat
07.04.2001
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi

banner

Dünyadan
Spor

Magazin
Astroloji

Para Durumu
Hava Durumu

Bizim City
Sizinkiler

Sarı Sayfalar
İstanbul

Cumartesi Eki
Pazar Eki

Künye
E-Posta
Reklam
Arşiv

A T V

Win-Türkçe
ASCII

Finansinvest
 
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )

Çocuklarını sevmeyen ülkeden..

Bu bir mektup.. Ama ne mektup.. Enfes.. Dikkatle okuyun.. İlk bölümde ülkenin içinde bulunduğu kriz konusunda çocukların verdiği muhteşem bir ders var. Eğer alabilirsek.. İkinci bölümde çocuklarımıza tavrımızı örnekleyen acı anılar..

Nilgün göndermiş.. Soyadı yoktu..

Nilgün, teşekkürler..

***

"Çocuklarını sevmeyen, sevemeyen, sevmeyi beceremeyen ülkeyizf" dediniz. Bu çok ağır bir itham ama maalesef haklısınız. Size haksız olduğunuzu anlatabilmek için bir çok şey yazabilmeyi ne kadar isterdim... Çocukları tüm yüreğiyle seven biri olarak...

Önce çocukların dünyasından.. Hayatımın en önemli anısını, en güzel dersini anlatacağım size.

Yıl 1993.. Sevdiğim bir işi yapacağım diyerek, büyük bir cesaretle, emekliliğime dört sene kala, oyuncak, kırtasiye hediyelik eşya üzerine kendime işyeri açtım. Müşterim çocuklardı.

Önceleri herşey çok güzel giderken 1994 krizinde bocalamaya başladım. Her gün daha kötüleşiyordu, alacaklıların kıskacında bunalmıştım.

O karamsarlıkla bir beyaz kağıda "Devren Kiralık" yazdım ve cok utanarak üzülerek vitrine yapıştırdım.

Sonrası mı....

Çocuklar akın akın geldiler.

"Lütfen burasını kapatmayın. Biz sizi çok seviyoruz. imza topluyoruz" dediler. Bu arada ellerindeki ufak paralarla kalem- silgi alıyorlar, kendilerince bana maddi destek oluyorlardı.

Ve o günün akşamı ne oldu biliyor musunuz?

Dükkanımın önünde bir sürü araba durdu. Tanımadığım insanlar geldiler...

"Oğlum bir oyuncak araba, kızım bebek istiyor. Sizden almamız için özellikle ısrar ettiler.." dedi bu anne- babalar. Bu alışveriş günlerce sürdü.

İşte o zaman anladım çocukların sevgisini sevdiklerine nasıl sahip çıktıklarını. Çocukların samimiyetini, gücünü...

Ve hemen o devren kiralık yazısını yok ettim.. Kırbaç gibi gelmişti bu sevgi hareketi.

O gün bu gündür işime devam ediyorum. En küçük çocuğu bile "Hoşgeldin" diyerek ayakta karşılıyorum. Onlara alışveriş kültürünü öğretiyorum. "İyi günler.. Hayırlı işler" demeyi pazarlık yapmayı para biriktirmeyi, hayata dair ne varsa onlarla paylaşıyorum. Onlar benim en yalansız, en samimi, en dürüst küçük dostlarım.

Buraya kadar anlattıklarım çocukların güzel dünyasındandı. Dokuz sene boyunca gördüğüm duyduğum, yaşadığım olaylar bana hep çocuklarımızı yeterince sevmediğimizi düşündürmüştür. Anne ,baba, öğretmenler.. Tüm kesimlerdeki yetişkinler olarak. Okumuşu, cahili, zengini- fakiri... hiç farketmiyor.

Bu konudaki gözlemlerim:

Öncelikle çocuklarımızın çocukluklarını yaşamalarına izin vermiyoruz. Onları hırslarımızın kölesi haline getirdik, en akıllı en başarılı en süper çocuk bizim olmalı diyerek. Kendi ezikliklerimizi, komplekslerimizi, başarısızlıklarımızı onlarda tamamlamaya çalışıyoruz.

Yeteneklerini, seviyelerini bildiğimiz halde hep çok fazla şey istiyoruz.

Dershaneler, özel kurslarda koşuşturan, zamanla yarışan çocuklarımıza yasaklar ve cezalar getiriyoruz. Sevdiği diziler, arkadaş toplantıları, sinema tiyatro en önemlisi spor yasaklanıyor.. Başarı için çocukluk erteleniyor.

Üstelik kurslara harcanan paralar sürekli bir fedakarlık olarak anlatılarak büyük bir sorumluluk ve stres altına sokuluyor çocuklarımız. "Ya başaramazsam" korkusuyla gözlerinin altı çöküyor. Başında yaralar çıkan saçları dökülen ve sinirsel olarak bayılan gençleri biliyorum.

Ve ne oluyor... Mutsuz çocukluk yaşayan, mutsuzlar ordusu yetişiyor. Biz yetiştiriyoruz.

Belki en iyi okulları kazanıyorlar ama 500 milyarlık yarışmalarda görüyoruz hallerini, hayat bilgisi, yaşama sanatı dersleri sıfır..

Bir diğer gözlemim..

Onların kişilikleri duyguları zevkleri olabileceğini unutuyoruz, önemsemiyoruz. Kendimiz daha önemliyiz ya. Tüm doğrular da bize aittir. Hatalı olsak bile kabul etmeyip geçiştiririz. Hele çocuğumuzdan özür dilemesini hiç bilmeyiz. Yanlışlarımızı, bilgisizliğimizi, sevgisizliğimizi ustaca kamufle ediyoruz hep.

İşte yaşadığım bir örnek olay;

Anneler gününde biriktirdiği parayla annesine gümüş bir yüzük kutusu almak için mağazaya girdi. Coşkulu ve sevinçliydi..

"Benim annem herşeyin en güzeline layıktır" dedi. Güzel bir paket olması için ısrar etti.

Ertesi gün anne, yanında çocukla kızgın ve sinirli bir şekilde geldi.

"Kızıma bu yüzük kutusunu itelemişsiniz. Hem çok pahalı, hem de hiç beğenmedim. Parasını geri istiyorum!"

"Ama o sizi çok sevdiğini anlatarak ve beğeneceğinizi düşünerek almıştı. Bu tavrınızla onu üzdüğünüzün farkında mısınız? O hediye sizin çocuğunuzun yüreğinden kopup gelen bir armağan. Keşke bunları onun yanında söylemeseydiniz" diye fısıldadım, bir kenara çekip.

Çocuk daha önce de azarlandığı için yanakları pancar gibi önüne bakıyordu, bir suçlu gibi. Suçu annesine hediye almaktı.

Bir başka örnek..

Sevgililer gününde annesine hediye almak için mağazamıza gelen dokuz yaşlarında bir kız çocuğu şöyle dedi:

"Babam öldü. Annemin tek sevgilisi benim. Ona güzel bir hediye olarak süpriz yapmak istiyorum."

Daha önceden hazırladığımız kırmızı kalplere sevgisini anlatan güzel sözcükler yazarak paketin içine yerleştirdik. Sevinçle ayrıldı.

Akşam çocukla- anne geldiler. Anne kızgın. Ne demekmiş sevgililer gününde anneye hediye almak. Ne gerek varmış..

Ve çocuğun özenerek seçtiği hediyeyi geri verdi.. Yerine kendi istediği başka bir şey aldı.

Şimdi sorarım size.. Bu çocuklar artık annelerine hediye alırken "Ya beğenmezse, ya kızarsa" diye korku içinde olmazlar mı? Ya da kendi başlarına alışveriş yaptıkları, saygı gördükleri bir mağazada küçük düşürülme ezikliğini yıllarca yaşamazlar mı?

Yavrularımızı aşırı bir hırsla yaşama programlamak, yaşamın farklı güzelliklerini, iyiliklerini, insancıl değerlerini öğretmemek, onların duygularına, kişiliğine zevklerine önem vermemek.. Bence çocuklarımıza yaptığımız en büyük kötülüktür.

Çünkü onlar bizim aynamızdır. Bizden ne görüyorlarsa kendi çocuklarına onu göstereceklerdir.

SEVDİĞİM LAFLAR
İnsan türü üçe ayrılır. Hareketsizler.. Hareket edebilecekler.. Ve hareket edenler.

Arap Özdeyişi

TEBESSÜM
Otoyol polisi Başrahibeyi durdurmuş.. "Çok ağır gidiyorsunuz efendim!" diye.. "Yoldaki işaretlerde 10 yazıyorda..!" demiş rahibe "Efendim o otoyol numarası!" demiş polis, o sırada arka koltukta oturan rahibeler başlarını sallayıp birbirlerine sarılmaya başlamışlar.

"Ne oldu bunlara" demiş polis..

Başrahibe sinirle direksiyonu kavrayıp gözlerini kısarak! "Biraz önce 261 no'lu yoldan geçmiştik de..!"

BİZİM DUVAR
Mafyanın yeni ilgi alanı Picasso tabloları... Sadece şüheda değil toprağı sıksan Picasso tablosu fışkırıyor. Yakında mafya babaları sanat tarihi okumak için Paris'e okumaya giderlerse kimse şaşırmasın!..

Hakan&Utku

Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar
Çarşamba akşamı bekledim ki Başbakanımız kameraların karşısına çıksın ve millete şikayette bulunsun:

"-Kafama yazar kasa fırlattılar!"

"-Kim?"

"-Dış mihraklar!"

Ama çok gariptir Sayın Başbakan kimseyi şikayet etmedi. Sadece gurup toplantısında olaya üstü kapalı değinip geçmiş:

"...dış mihraklar!"

Bildiğim, dış mihraklarda bu gibi protesto olaylarında çürük yumurta ve atış mesafesi uygunsa, yaş pasta kullanılıyor. Yazarkasayı ilk defa görüyoruz.. Demek ki dış mihraklar taktik değiştirdi.

Bi de yurdun çeşitli yerlerinde son zamları protesto edenler var. Onlar da iç mihraklar olmalı.. Bi tarafta iç mihraklar öte yanda dış mihraklar ortada da halkının mutluluğu ve refahı için çırpınan başbakanla, uyum içindeki kabine arkadaşları.

18 Şubattan bu yana (Hatırlarsan o tarihte de başbakanımızın başına Anayasa fırlatılmıştı) halkın refahı ve de mutluluğu için mutfaklarda kullandığımız tüp gaz yüzde 60 arttı.. Benzin yüzde 40.. Dolar da milyonu aştı.

Geçenlerde Yalçın Bayer yazıyordu.. Çapraz kur listelerine bakıldığında "Lira=0,00000100 Amerikan Doları" diye yazıyormuş. Bayer diyor ki ".. dünyada böyle bi para yok utanıyoruz!"

Demek ki Dünyada ilk defa böyle birşey oluyor... Lira =0.0000100 Dolar (Acaba bu nasıl okunuyor?) Madem ilk, bunda utanacak ne var ... İlk defa biz başarmışız.. Ne mutlu Türküm diyene!

Yalnız Abuzittinciğim benim kafama takılan başka bi olay var.. Şimdi Bakanlar Kurulu, toplandığında TV'lerde görüyoruz.. Önce konvoy halinde lüks siyah arabalar geliyor.. Lüks arabalardan inenler acele acele merdivenleri çıkıp tavanından şatafatlı avizelerin sallandığı salonlara giriyorlar. Sonraki görüntü, U biçimindeki masa etrafında oturmuş, önemli kişilerin kameralara poz verişi.. Ciddi ve de ama ne kadar ciddi yüzler.. Memleket meseleleriyle dolu kafalar elbette durduk yerde benim gibi sırıtacak değiller. Lakin o kadar ciddiler ki sanırsın yalnız memleketi değil Dünya'yı da onlar yönetiyor.. Hatta ve hatta başka seyyarelerin yönetimi de onlara bağlanmış gibi bi vaziyet "Tamam dünyayı yönetelim.. Bu Mars'la Jüpiter'de nerden çıktı?" der gibi bi durum. Çekimler burada bitiyor.. TV'ciler salondan ayrılırken kapılar kapanıyor, memleket meseleleri görüşülmeye başlanıyor.

Ben 65'ine geliyorum.. 65 yıldır da memleket meseleleri kapalı kapılar ardında görüşülüp duruyor.. Geldiğimiz nokta da şu: Türkiye'nin bir yılda ihracattan kazandığı tüm para, Motorola'nın cep telefonu satışlarından elde ettiği cirodan düşük! Yani koca Türkiye bi cep telefonu şirketinin ürettiğini üretip, kazandığını kazanamıyor.. Bu ne biçim işitir Abuzittinciğim, peki bu adamlar yıllardır ne konuşuyor neyi konuşuyor? Yoksa hep boşa mı konuşuyor!

Neyse biz işimize bakalım.. "Re re re, ra ra ra Gasaray Gasaray cim bom bom!"

Münasip yerlerinden öperim, kardeşim:

Güneş

 
İstanbul 2008 Olimpiyat Oyunlarına seçilebilicek mi?

Kesinlikle Evet. En güçlü aday İstanbul ve bu sefer seçilecek.
Hayır. Rakip ülkeler daha üstün özelliklere sahip İstanbul yine yenilecek.
İstanbul başarılı olabilir ama Uluslararası Olimpiyat Komitesi İstanbul'u seçmeyecek.

 


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır