|
|
|
Uzak diyarlara bileti kesilenler
Sürgün denince akla Fizan, Yemen gelir. Bunlar denilince de sürgün... Cumhuriyet döneminde ise sürgünlerin merkezi Konya olmuştur
Padişahtan vezire, paşadan asker ve sivile kadar uzanan çileli bir hayat.. Hangi temele dayanırsa dayansın ve hukuki yapısı olsun veya olmasın, bir yerden bir yere sürülmek bir çeşit hayat işkencesi.
"Kendini sürgüne tabi tutanlar" ve bu yüzden "Bodrum'u seçen"ler ile Bodrum'da yaşamak mecburiyeti ortaya çıkan Halikanarnas Balıkçısı arasında bile kendi içinde fark var. Ömrünün bir bölümünde hapishanede, bir bölümünde de her ne kadar adı "özgürlük" de olsa Halikarnas'da Bodrum hayatını soluklayan Cevat Şakir'in, iki sürgün yaşadığını kim söyleyebilir? Biri hukukun, diğeri kişinin kararı ile oluşmuştur.
Kişisel "sürgün" kararı verenler ve açık bir dille söylemek gerekirse "kendini sürgüne tabi tutanlar"ın çoğunluğunda temel olarak "kaçış" ön plandadır. Hatırlayalım bakalım "Üç Paşa"ları. Enver, Talat ve Cemal Paşa'ları... Onların Almanya, Rusya ve Afganistan'a uzanan ve ölümle noktalanan hayatları da her ne kadar kendileri karar vermiş görünse de "mecburiyetten hasıl olmuş" bir kaçış ve doğal olarak "sürgün"dür. Cumhuriyet öncesinin bu zorunlu sürgünleri ile 12 Mart ve benzeri dönemleri hem mecburi göçe hem de irticalara temel olmuştur.
ALINYAZISI
Sadece sivillere mahsus olmayan bu sonuç, kimi zaman 1960 darbesi ile "ihtilalin güçlü isimleri"ni de kapsamıştır. İhtilal yapanların yine ihtilalin içinde olanlar tarafından, Alpaslan Türkeş başta olmak üzere Yeni Delhi gibi dünyanın bir ucuna gönderilişleri de hukukun bürokratik işlemle kılıflandırıldığı önemli sürgün örnekleridir.
Eşi Doğu Beyazıt'ta kendisi Edirne'de parçalanmış aile olarak görev yapmaya zorlanan öğretmenler, doktorlar, kısaca devlet memurları da çağdaş sürgünlerdir.
Son padişah Vahdettin ile Yunanistan'dan Ürdün'e uzanan kaçışla hayatını ve bütün geçmişini noktalayan Çerkez Ethem de sürgün yiyenlerden. YVe işgalcilerin vicdansızlığı ile başbaşa kalan "Malta Sürgünleri."
Bekleyenlerin bir bölümü bu vatanın hasretini dindirmişlerdir. Ama çoğunluğu sefaletin kucağında ömür tüketmiştir. Bırakın madalyalarını, altın dişlerini bile satarak, ele muhtaç olmamak için direnen saray mensupları da zorunlu sürgünde tarihe hem sanık hem de tanık olmuşladır. 1926'da İtalya'da ölen, sonrasında Şam'da gömülen Padişah Vahdettin'in hayatı ile Cem Sultan'ın hayatı şüphesiz benzelik arzetmez. Ama siyasal temele oturduğu da gözardı edilemez. Bu tahta geçenin geçemeyenlere uyguladığı bir "irade"dir. Yadellerde yaşamak mecburiyetinde kalıp sürgün yaşamanın erkek olmak ve yüksek makam ile rütbe taşımakla bir ilgisi yok. Bu sürgünler yaşı küçükler kadar kadınların da başına gelebilir. Refia Sultan Beyrut'ta (1938) Seniha Sultan da Nice'de ölmüştür (1931). Ama sürgünde ölmüşlerdir.
KONYA MERKEZ
Sürgün denince akla Fizan, Yemen gelir. Bunlar denilince de sürgün... Cumhuriyet döneminde ise sürgünlerin merkezi (belki de ünlü isimlerden dolayı) Konya olmuştur. Bozcaada da tarikatçılığın ilk sürgünlerinden Pilavoğlu'nu ağırladığı için hatırlanır. Araştırmalarına çok değer verdiğim Ahmet Uçar son kitabında konunun Türkiye ve Konya tarafına eksiksiz olarak hitap ediyor. "Milli Mücadele'den 12 Mart'a Siyasi Sürgünler"de kimler yok kimler? (Ahmet Uçar, Tez Yayınları)
Valâ Nureddin'in yazı hayatına Konya'da açılan paragraf kimi zaman maişet derdi ile başka bir "yazı"ya dönüşmüştü. Yani "alınyazı"na eklenen bir yazıdır bu: "Falan filan nedenlerde Konya'da ikametine..." Üç satırlık bir yazı ile çok sayıda yılı sürgün olarak yaşamak A. Kadir'i de (Meriçboyu), Kemal Sülker'i de, Kerim Sadi'yi de, Yılmaz Güney'i de bulmuştur.
İçlerinde, sesi sürgünde bile kesilemeyen Ruhi Su da vardır, Milli Mücadele karşıtlığını fikren ve siyaseten gösterenler de... İhanet rüzgârına kapılıp milletini satanlar sürgünler kervanına katılmıştır.
Sürgünün hukuki de olsa olumlu ve olumsuzu eşitlemesi, işin başka yürek yaralayan tarafıdır. Geçmişte Yemen'e postalananlar ile Konya ile diğer Anadolu şehirlerine bileti kesilenlerin şüphesiz benzer yanları olabilir. Hukuku temel alan kararların ne denli doğru veya yanlış olduğu da tartışma konusu olabilir. Ama tek tartışılmayacak yanı, ikâmetin getirdiği "hasret" duygusudur.
"Defter-i Aşk"ın neredeyse ansiklopedisini yazan ve mufassal anlatımı ile ortalığı karıştıran Enderunlu Vasıf da sürgünü yaşamıştı. Peki ama "gözetim altında" olan yani "göz"lenen Vasıf'ın, bu sürgün hayatı sırasında gözlerinin görmeyişine ne demeli...
Ergun Hiçyılmaz
(0 212) 251 11 77)
ergunhicyilmaz@superonline.com
|
|
|
|