kapat

20.03.2001
Anasayfa
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Limasollu
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Finansinvest
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Beyaz Zehiri Aklama Operasyonları..

Geçen hafta sonunda televizyon ekranları ve gazete sayfalarında kelepçe vurulmuş ünlüler gördük.. Fatih Ürek.. Azer Bülbül.. Hasan Bora.. Polisten sızan haberlere göre, yirmiye yakın ünlü daha takip altındaydı ve onlara da kelepçe vurulması muhtemeldi..

Gazeteler ve televizyonlar haberi, yakalananların fena halde suçlu oldukları yorumu ile verdiler. Kelepçe görüntülerini aşağılayıcı ve suçlayıcı bir üslupla sundular.

Ellerinde kelepçe, kollarında iki polis, adeta sürüklenerek götürülen, kafalarına bastırılarak otomobillere sokulan bu insanların suçu neydi?.

Kokain!..

Kokain kullanırken suç üstü mü yakalanmışlardı?.

Hayır!..

Bilimsel bir metodla, kokain kullandıkları mı belgelenmişti?..

Hayır..

Peki ne?..

Polis bir kokain satıcısı bulmuş, onun telefon defterini ele geçirmiş, bu defterde adı olanları, kimbilir hangi süzgeçten geçirip bazılarını gözaltına alarak, işte böyle teşhir etmiş, medya da yangına körükle gitmişti..

Bu defterde, sizin, ya da benim herhangi bir şekilde numaramız olabilirdi..

Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede, hem de böylesine, beyaz zehir tutkunu olarak teşhir edilmek ne kadar kolay?..

Sonra ne oldu?..

Polis bunları Devlet Güvenlik Mahkemesine sevketti. Mahkeme de derhal serbest bıraktı. Çünkü polisin hazırladığı dosya, kimseyi suçlamak için yeterli değildi.

Şimdi polisin tutumuna bakarsanız, eğer..

Kokain büyük bir tehlike.. Öyle büyük tehlike ki, kullanmış oldukları şüphesi bile insanların tutuklanmasına ve devlet aleyhine suç işlemiş, çete kurmuş gibi, Devlet Güvenlik Mahkemesine sevkedilmesine sebeb olabiliyor..

Bu öyle bir tehlike ki, medya daha ortada tek belge ve kanıt yokken, bu ülkenin insanlarını hiç acımadan teşhir edebiliyor..

Acaba öyle mi?..

***

Şimdi madalyanun öbür tarafını çeviriyoruz..

Bir telefon defterinde isimleri var diye, Ürek'i, Azer'i, Bora'yı gözaltına alan İstanbul Polisi bir başka kokain olayında, tam tersi bir tutum içine girebiliyor.

Kokain kullandığı Almanya ve Amerika'nın dünyaca otoritesi kabul edilmiş tıp kurumlarınca belgelenmiş Christof Daum, üstelik oturma ve çalışma izni yokken turist vizesi ile geldiği İstanbul'da çalışmaya başlıyor, İnönü Stadında sahaya çıkıyor ve 35 bin genç, bu kokain kullanıcısı yalancıyı çılgınca alkışlıyor, bunların hepsi İstanbul polisinin gözleri önünde cereyan ediyor..

Türklerle Almanlara böylesine ters, böylesine çifte standard uygulama hakkını polisi kim veriyordu peki?..

Kokain kullandığı kanıtlanmış, üstelik yalan söylemiş bir Türk Almanya'da turist vizesi ile (O vizeyi de alamaz ya) çalışma teşebbüsünde bulunsa Alman polisi ne yapar, Alman medyası nasıl ayağa kalkardı o da ayrı.. Biz ikinci sınıf doğu ülkesi, biz sömürgeyiz ya.. Hürriyet Gazetesi bile "Daum olayında son noktayı Alman federasyonu koydu" diye vermedi mi?. Düşünün.. Bir kokain kullanıcısının Türkiye'de çalışma izni, Almanya'dan geliyor, başlığının yanında "Türkiye Türklerindir" yazan gazeteye göre.

Ürek, Bülbül, Bora ve ötekileri, üstelik kanıt da yokken, sadece şüphe üzerine teşhir eden medya, suçu çifte kanıtlanmış Daum'u, Digi-Türk ve ITV televizyonunun liderliğinde, onun sunucu ve röportajcılarının, alkışlayan, efsaneleştiren ve çanak tutan sorularıyla göklere çıkarıyor, ilahlaştırıyordu.

İstanbul polisi ve Türk medyası, Türke ayrı, Almana ayrı ölçü uyguluyordu.

Şüphe altındaki Türk aşağılanırken, suçu kanıtlanmış yalancı Alman'a alkış tutuluyor, bu farka dikkati çeken Hıncal Uluç da ırkçılık yapıyor, faşist oluyordu.

***

Şimdi kendinizi, önüne kokain konmuş şaşkın bir genç olarak düşünün..

"Bu tehlikeli birşey değildir. Alışkanlık yapmaz.. Bir kere dene.. Seksüel gücünün nasıl sınırsız hale geleceğini göreceksin. Hayatında yaşamadığın hazları yaşayacaksın.. Korkma.. İşte Daum.. Bu toplum kokain kullanıcıları suçlamaz. tersine ilahlaştırır. İşte Ürek, Bülbül ve ötekiler.. Polis seni yakalasa bile, mahkemeler serbest bırakır. Çünkü kokain kullanmak suç değildir.. Hadi bir dene" dendiğinde dayanma gücünüz nerelere iner?..

Zaten kafası karışmış genç Daum'un sırf bir tiraj, reyting ve popülizm ve üç beş puan uğruna ilahlaştırıldığını anlar mı?.. DGM'nin, polisin aceleye getirilmiş, acemice dosyaları yüzünden sevkedilenleri serbest bırakmak zorunda kaldığını bilir mi?..

O zaman "Madem ayıp değil, suç değil, günah değil, bir defadan da birşey çıkmazmış madem, bir deneyelim, ben de tadayım bu hazları" demez mi?..

Demezse mesele yok..

Peki ya derse..

Türkiye bu riski göze alabilir mi?.

***

Kokain, Türkiye'nin, ekonomik krizden de önemli sorunu.. Krizden kurtulabilirsiniz.. Ama geleceğinizi teslim edeceğiniz gençler beyaz zehir kucağına düşmeye, eroin kokain baronlarının esiri olmaya başlayınca, kurtuluş asla sanıldığı kadar kolay olmaz..

Tehlikenin boyutu mu?..

Dünya polisi, bir ülkede kullanılan beyaz zehiri, yakalanan beyaz zehirle, belli kat sayılar içinde çarparak bulur.. Yani yakalanan zehir ne kadar artarsa, bu kullanımın da o kadar arttığını ortaya koyar.

1987'de bu ülkede yakalanan kokain 2 gramdı..

2000 yılında 2800 gram..

Yani son 13 yılda kullanım bin mislinden fazla artmıştı.. Eğer bu tehlike değilse, bu korkunç değilse, bu saatin 12'ye yaklaştığının işareti değilse nedir?..

Türkiye bir yandan polisiye önlemleri arttırırken, bir yandan gençler arasında sıkı kokain taraması yapmak, lise ve üniversitelerde kokain dehşetini anlatacak programlar düzenlemek zorundadır.

Tabii bu programları düzenleyenler, kokain kullandığı anlaşılır anlaşılmaz, hem şampiyonluğa götürdüğü Bayer Leverkusen kulübünden, hem de kurtarıcı olarak göre getirileceği Alman Milli Takımından anında kovulan bir hocanın, Türkiye'de nasıl iş bulabildiği sorularına da inandırıcı yanıtlar bulmak mecburiyetindeler..

Tabii bulabilirlerse..

***

Şimdi bakın..

Benim Daum'la uzaktan yakından sorunum yok.. Benim ülkemi, benim insanımı, benim gencimi tehidt etmediği, onlara kötü örnek olmadığı, onları imrendirmediği, onlara taklid etme hissi vermediği sürece, bana ne?... Benim sorunum Türk gençliği..

Bu ülkede kokain kullanımı inanılmaz bir hızla artıyor.. Bu ülke gençliği, geri dönüşü olmayan çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya..

Bay Daum hayatını bildiği gibi yaşayabilir..

Ama Türk gencine örnek, Türk gencine ideal olacak bir konuma getirilemez.

Bir kokain kullanıcı yalancının, hem de milyonların izlediği bir televizyon yayınınca binlerce kişiye alkışlattırılması, sunucular tarafından "Kurtarıcı- Mucize adam- İlah" gibi kullanılması affedilemez.

Ne yaptığını bilmeyen İstanbul polisi ve burnumuzun ucuna kadar gelmiş tehlikenin hala farkında olmadan küçük hesaplar peşinde koşan Türk medyası büyük bir vebal altındadır!.

..Ve bu vebali, korkarım her zaman olduğu gibi Türkiye ödeyecektir..

Bir Pazartesi sabahında ben
Pazartesi sabahı sendromu.. Son yıllarda sık kullanılan bir tıp terimi.. Tatilden çalışmaya geçişi kısa zamanda, fiziksel ve ruhsal olarak sağlayamayan vücutlar, Pazartesi günleri tehlikeye giriyor. Huzursuzluk, depresif belirtiler, kendini iyi hissetmeme, falan filan.. Hatta kalp krizleri için en tehlikeli saatler, Pazartesi öğleden önce imiş. Tıp rakamları öyle söylüyor.

Pazartesi günü sendromunu yenmek için bir önlemim var..

Dün sabahı anlatayım..

7.30 da kalktım.. Duş.. Bir dilim ekmekle kahvaltı.. Kahvenin altı tamam olunca, kendisi..

Sonra, hayvanlarım ve bahçemle bir saat..

Muhabbet kuşlarım benden iki saat önce kalkıyor zaten.. Onlarla bir hafif muhabbet.. Sonra, akvaryumun başına.. İki tane su kaplumbağam var.. Acıktıkları zaman, mamalarını hep ayni yerden veriyorum, hemen öğrendiler.. Oraya gelip kafalarını suyun dışına çıkarıyorlar. Başka yerde iseler, köşeye iki tık tık.. Ses, yemek zamanını hatırlatıyor onlara.. Bir kaşık atıyorum, müthiş bir savaş başlıyor.. İlle birbirlerinin ağzındakini kapacaklar.. Gülüyorum hallerine.. Ve bahçeye çıkıyorum..

Orada onlarca serçe var, Ertekin'den aldığım bayat ekmekleri kırıntılayıp verdiğim için alıştılar.. Ama hala ürkekler.. Milano'daki serçeler insan elinden yiyecek kadar alışkın.. Bizdekiler, gölgeden pırrr..

Tabii bir de burası serçelerin yemliği olunca, Alkent'in kedileri de başladılar ağaçların altında gizlenmeye.. Benim bir kedim vardı, bahçedeki kulübesinde yaşayan.. Şimdi ondan fazla.. Kesin sayıyı inanın bilmiyorum.. Kuşları kurtarmak için onları da beslemek gerek.. Hadi onların da mamaları..

Çiçekleri ağaçları elden geçirme, sararmış yaprakları temizleme derken, bir saatı buluyor..

Nasıl bir rahatlık.. Nasıl bir gevşeme.. Pazartesi gününe başlamak için bundan daha iyi ne olabilir, diye düşünürken, daha iyisini buldum..

Bahçede yarım metre çapında miniminnacık bir havuz var.. Kedilerin, kuşların, beni enaz ayda bir ziyaret eden kirpimin su ihtiyacı için.. Çepeçevre menekşe dikti, bizim Çakır Usta.. Rengarenk bir çember bu..

Bir beyaz kelebek uçtu, bu mevsim gördüğüm ilk..

Sarı çiçekten kalkıyor, yanındaki mora konuyor.. Sonra ondan kalkıp, kırmızıya.. Nasıl oynuyor çiçekle.. Nasıl eğleniyor..

Hiç bir kelebeğin dansını izlediniz mi, kuş seslerinin ve yaprak hışırtılarının yarattığı musikide..

On dakika seyrettim, bu dünyanın belki de en güzel, ama en kısa ömürlü yaratığını..

Sonra çocukluğumda, Galiye teyzemin bana ezberlettiği şarkıyı mırıldandığımı farkettim, birden.. Onlarca yıldan sonra aklımda kaldığı kadrı ile..

"Renk renk tülü pek o kanatlar

İlkbaharın gülü yapraklar..

Solgun ne yazık ölecekler,

Mahzun kelebekler..

Bak ne şen iki çiftler var..

Bir çiçek üstüne konmuşlar..

Sus sessizce duralım..

Duralım sus, sesini kıs..

Yaramaz kız..

Yakaladım, yaşşa!.."

diye giden o şirin, ama hüzünlü şarkı..

Büyüyünce kızlara göstermek üzere bir kelebek koleksiyonu yapmaya karar verdiğimde teyzem "Dokunma sakın o kanatlara" demişti.. "Elini değersen solarlar.."

Kelebeği uzaktan seyretmenin güzelliğini beş yaşında iken öğrenmiştim..

Hala güzel..

Bahar güzel.. Kelebekler güzel..

Pazartesi güzel..

Tüm bu çirkinlikler, bunalımlar dünyasında, güzelliklerin farkına varabilmek, onları bulabilmek, daha da güzel..

Yaşam güzel be dostlarım..

Herşeye rağmen güzel!..

TEBESSÜM
Fıkra Ferhan Camsoy'dan

20. yüzyılın başlarında, yoksul bir adam falcıya gider. Falcı, fanusta korkunç geleceği görür:

"Eyvah! Gelecekte milyonlarca insanın ölümüne sebep olacaksın"

Adam kahrolur:

"Milyonlarca insanın katili olmaktansa kendimi öldürürüm daha iyi", der ve tren yoluna koşar intihar etmek için. Raya kafasını dayayacak ve istikbaldeki korkunç felaketin önüne geçecektir. O anda, o da ne? Raya kafasını dayamış bir küçük çocuk. Tren de 100 metre öteden hızla gelmekte. Hemen fırlayıp çocuğu rayların üzerinden çeker. Ufaklığı yatıştırmak için başını okşarken sorar:

"Adın ne senin bakayım?"

"Adolf efendim!!!"

SEVDİĞİM LAFLAR
İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar ama ölümünü görmeğe herkes hep koşa koşa gider. İnsanı öldürmek için gün ışığında geniş meydanlar aranır ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizlenilir.

Montaigne (Teşekkürler Hilal)

BİZİM DUVAR
Beşiktaş kokainman hoca ile anlaştı. Bu saatten sonra superman hocayla da anlaşsalardı iş işten geçmişti.

Hakan&Utku

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır