Ekonomik krizi aşma yolunda dün yeni adımlar atıldı. Hükümet kararlılık belirtti, dışardan destek mesajları geldi.
Kemal Derviş, IMF ile çerçeve anlaşmanın imzalandığını açıkladı.
Derviş'e göre başarının ön şartı, koalisyon liderlerinin desteği ile acil önlemler paketinin hemen uygulamaya konulması..
IMF Avrupa Bölümü Başkanı Deppler ile ABD Büyükelçisi Pearson da, programı ve dış kaynak arayışlarını desteklediklerini söylediler.
Ama bunlar yeterli mi?
Her krizin ardından hükümetler, denize düşen yılana sarılır örneği, tutmayacakları taahhütlerin altına imzayı atıyor, sonra ilk fırsatta tövbelerini bozuyor.
Dostlar da her defa "yanınızdayız" diyor.
Kimse Türkiye gibi bir devlete "Siz adam olmazsınız, cehenneme kadar yolunuz var" demez.
O zaman farklı bir sonuç, ancak "hasta"nın eskisinden farklı davranmasına bağlıdır.
Çünkü sorun reçetede değil, hastanın kötü huyunda, deyim yerindeyse tedaviye direniş konusundaki "keçi inadı"ndadır.
Hastalık toplumda değil yönetenlerdedir.
Yani başarının şartı, iktidarın programa desteğini lâfla değil, halka "Galiba bu defa akılları başlarına geldi" dedirtecek şaşırtıcı eylemlerle belli etmesidir.
Meselâ Başbakan'ın bugün çıkıp "Bakanlık sayısını 22'ye indirdik" demesidir..
Kamuya ait sosyal tesislerin tümünün, lojmanlarla makam arabalarının dörtte üçünün satılma kararını açıklamasıdır.
Hükümet bunu yapmıyorsa Cumhurbaşkanı'nın "Ben bütçemi yüzde 25 daralttım ve Köşk personelini de yarıya indirdim" diye bir ibret sergilemesidir.
Türkiye, ekonominin kaptanını değiştirerek bir şans aldı ama yetmez. Çünkü..
Cesur bir yüreğin, akıllı bir kafadan daha gerekli olduğu bir noktadayız.
Zayıf bir irade..
Yeni bir dünyayı inanç ve cüret yaratır.
Türkiye Cumhuriyeti böyle kuruldu.
AB üyeliği, cumhuriyeti taçlandıracak bir hedeftir. "Türkiye'nin demokratik geleceği Avrupa Birliği'dir.."
Dün Ulusal Program açıklandı.
Ama tam üyelik müzakerelerinin başlama şartı olan siyasi kriterler konusundaki taahhütler, Türkiye'nin istek ve özgüven bakımından türeddüt içinde olduğunu gösterdi.
İdam cezasının kaldırılması, MGK'nın sivilleştirilmesi, yerel dillerde yayın ve eğitim hakkı ile 312. madde konusunda Ulusal Program "gözden geçirilecek, mecliste ele alınacak" gibi ifadeler taşıyor.
Bu tavır, Aziz Nesin'in "Du bakali ne olacak" hikâyesine benziyor.
Böyle Ulusal Program olmaz. Bu "dalgalı" ifadelerle Türkiye'yi AB içinde görmek istemeyenlere belgeli bir koz verilmiştir.
Avrupa'daki hava, 2002'den sonra sağ partilerin iktidara geleceğini gösteriyor. Bu partiler Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmıyor.
Bu gerçeği görmeyip süreci uzatmak, gelecek kuşaklara karşı suç işlemektir.
Hükümetten, bir "adet yerini bulsun" metni yazmasını değil, geleceğe büyük bir kapı açmasını bekliyorduk!