Her biri mutluluğun fotoğrafıydı sanki... Keten helvasına bulanmış yüzlerinde, coşkunun ve bayram heyecanının izlerini bulmak mümkündü.
Cepleri rengarenk cam "misket" ya da toprak "bilya"larla doluydu. Arka ceplerine Lion Melba'nın çikolatasının kartlarını, zulaya da bayram hasılatını koyarlardı. Şehzadebaşı'ndaki Turan ya da Milli sinemada arka arkaya 4 film seyretmek ya da "31 Kasım Tekmili Birden" "Kahraman Köpek Lassie" ile bayramı değerlendirmek, çocuklar için eşi bulunmaz bir hayat parçasıydı.
Çifte tabancalı kovboy veya Yavuz kıyafetli "iyi aile çocukları" ile mahalle haşaratlarını eşitleyen tek alan bayram yerleriydi.
Çünkü atlı karıncalar, dönme dolaplar, hedefe atışlar ve bin bir çeşit oyunlar, bütün çocukları eşitlikle kucaklayacak kadar zengindi.
O çocukların küçümen ve "çipil" gözlerindeki dünya giderek daha bir büyüdü. Bilmeseler de Özdemir Asaf'ı, "Dünya Kaçtı Gözüme" diye hayata göz kırpıyorlardı. Yaramaz, şopar ve ele avuca sığmaz afacandılar. Ama karnelerinde "Hal ve Gidiş" ile "Yurttaşlık" derslerinin "Pekiyi" oluşu da o hayata başka bir renk ve anlam veriyordu.
Büyüdüler... Yaşadıkları dünyanın Ğher ne kadar yoksul da olsalar- zenginliğini komşuları ve çocukları ile paylaştılar. Kendi çocukluklarının engin dünyasını evlatlarına da vermeyi çok istediler. Mesela bayramları... Ama değil bayramları, bayramlıkları bile veremeyeceklerdi. Ne atlı karıncalar, ne dev aynalar, ne kayık salıncaklar, ne de ipek mendiller kalmıştı.
Bütün kapıları kapalıydı komşuların. Hiçbir şey babalarının anlattığına benzemiyordu. Onları sevgiyle okşayan ve bayram harçlığı veren kimse yoktu.
Beşiktaş Ihlamur'dan Topağacı'na kadar uzanan alandaki bayram yerlerinde gökdelenler yükseliyordu. Vefa'da, Cinci Meydanı'nda, Üsküdar Doğancılar'da, Bağlarbaşı'nda ya da Yoğurtçu Çayırı'nda kaybolmuş bir çocukluğun, betonlaşmış anıları yatıyordu.