Milliyet'in ek yayınlarını yönetiyordum. 1995'in Nisan'ı... "Maxi"yi hazırlıyorduk. İlavenin piyasaya çıktığı gün "Kırk yıllık Milliyet okuruyum" diye söze başlayan birisinden telefon gelmişti. O habere, bu söyleşiye laf etti. Biz de eleştirilerine cevap verdik. Bunun üzerine son kozunu oynadı:
- Bunun adı niye yabancı; Türkçe bir ad bulamadınız mı?
- Tamam da, bundan önceki ilavenin adı "Fiesta" idi.
Kısa bir sessizlikten sonra her zaman haklı olan "değerli okurumuz" şöyle deyip, cevabımızı beklemeden telefonu kapadı:
- Evet ama ben ona alışmıştım...
Geçtiğimiz Pazartesi, Milliyet'in okur temsilcisi (ombudsman) Yavuz Baydar'ın hazırladığı sayfayı okurken bu geldi aklıma. Gazetedeki bazı magazin haberlerinin birinci sayfaya taşınması üzerine "kırk yıllık" okurlar çok bozulmuş. Veryansın ediyorlar: "Gazetem bunu bize nasıl yapar!"
Amacım yayın yönetimi değişen Milliyet'in izleyeceği yeni politikayı desteklemek ya da yermek değil. Ama bu tip tepkilerden o kadar çok çektim ki; bir iki laf edeyim dedim.
Bazı arkadaşlarımız var. Her sohbetimizde, "Televole mi, Reha Muhtar mı; ay ne iğrenç" diye lafa başlıyorlar. Tamam, olabilir; beğenmeyebilir, magazin haberlerine uzak durur. Ama sonra, sohbet ilerledikçe, bir de bakıyorsunuz alemde olup biten her şeyden haberi var: İbo, Derya Tuna'ya dönüyor mu? Hande Ataizi, Talat Bulut'a ne cevap vermiş? Ajda yüzünü kaçıncı kez gerdirmiş? "Özgür Kız" kimin sevgilisiymiş...
O halde sormak gerek: Nasıl oluyor da magazin haberlerine bu kadar laf edenler, aynı anda magazine bu kadar meraklı oluyorlar? Nasıl oluyor da 'Fiesta'dan değil de 'Maxi'den, 'resepsiyon'dan değil de 'fast food'dan rahatsız oluyorlar? Zihinleri nasıl çalışıyor ki bu ve benzeri çelişkiler onları rahatsız etmiyor?
Bu konuda beni dumura uğratan olaylardan birini yine Milliyet'te yaşamıştım... Yönetim gazetenin daha rahat okunması için harfleri biraz büyütmüştü. Hemen farkettiler: Vay sen misin puntoları artıran! "Bu ne rezalet" diye telefonlar açıp, fakslar çektiler.
Şimdi şu noktaya dikkatinizi çekerim: Harfleri niye büyütüyorsun? Rahat okunsun, TV'nin hızlı ve akıcı haberciliği karşısında okur zorlanmasın, gazeteden sıkılmasın diye. Üstelik bu büyütmenin heberlere ciddi bir etkisi olmuyor; belki yüzde 10'luk filan bir kısalmaya yol açıyor.
Peki o halde bu feryat niye?
Sanırım insanların birçok tepkisi hiç de göründüğü ya da gösterdikleri gibi değil. Sözlerini daima 'tercüme etmek' gerekiyor:
Örneğin "Ben halkçıyım" diyenler, "halk" diye tanımladıkları kitlelerle aynı gazeteyi okumak istemiyorlar.
Kendilerini "demokrat" ilan edenlerin sözlerinin altında bir "ama" var: "Ama benim gibi düşünenler için demokratım..."
Bir vakitler "Vatandaş Türkçe konuş" kampanyasını açanlar nasıl kendi aralarında bol bol Fransızca kelimeler kullanarak konuşuyorsa ve asıl dertleri Kürtçe konuşulmasını engellemekse... Bugün de İngilizce kelimelere karşı çıkanların asıl dertleri Avrupa Birliği'ne, küreselleşmeye ya da internete "giydirmek".
"Benim sanatçı duruşum var" cümlesini nasıl çevirirsiniz? "Şarkı söylüyorum, filmlerde ve dizilerde oynuyorum ama ben o popçulardan, mankenlerden değilim," olabilir mi?
"Reha Muhtar mı; ay ne iğrenç"te de sanırım benzeri bir kaygı var: "Magazin haberlerine olan merakımı, varoş kızlarının ilgisiyle karıştırma sakın..." Ya da şöyle: "Var ya, aslında ben kaliteliyim."
Bir okur aramıştı. Kızmış. "Bu magazin haberleri de ne böyle" diyordu. Ona, "Magazin önemlidir" dedim. "Nesi önemliymiş bakalım" diye köpürdü. Şöyle cevapladım: "Örneğin Susurlukçular'ın birbirlerini tanıyor olduklarının en güzel ispatı düğünlerde halay çekmeleri değil mi? Bugün burun kıvırdığınız bir magazin haberi, yarın mahkemede kanıt olabilir."
Neyse... İlerici muhafazakarlardan, cahil aydınlardan, Anglosakson düşmanı Frankofillerden, züppe halkçılardan, ahlaksız başöğretmenlerden, belden aşağıya vuran hakemlerden ben çok çektim.
İşin garibi bunca tecrübeye rağmen bu tür sefillikler hâlâ asabımı bozuyor.
Bağırıyorum!
emreakoz@sabah.com.tr