Tuhaf değil mi? Halbuki insan ne düşünür, bir evim olsun, kapısını çeker giderim, eşyalarıma ne olacak diye hiç düşünmem. Ama kadının demek istediği, sanırım, gemiler yakılmadıkça hiç bir yere gidilemeyeceğiydi. "Özgürlük, vazgeçemeye- ceğin hiçbir eşyaya sahip olmamaktır. Eşya ayakbağından başka bir şey değildir."
Ekmek almaya gidiyorum deyip geri dönmeyenler vardır hani... Bunların bir bölümü zaten evden kaçma planları yapan genç kızlar, erkekler olsa da bazıları hiçbir sebep yokken giderler. Öylece üstünde ne varsa çıkar ve bir daha gelmez. Bir arkadaşımın babası böyle bir 'tuz almaya gidiyorum' vakasındandı. Dört yıl sonra perişan bir vaziyette geri döndü. Üzerinde neredeyse aynı kıyafetleri vardı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi "yemekte ne var" dedi, masaya oturdu, televizyon seyretti, banyosunu yaptı ve yatağına yattı.
Ertesi gün dört yıldır uğramadığı terzi dükkanına gitti, dikiş makinasının başına oturdu ve işine devam etti. Neden ve nereye gittiğini hiç söylemedi. Arkadaşım ve annesi bir ay boyunca şok geçirdiler. Bir ay sonra onlar da hiç-bir-şey-olmadı-ki oyununa katıldılar.
Yıllar sonra baba öldü. Cenazeye gelen uzak bir akrabaları kayıp olduğu o yıllarda onu sur dibinde gördüğünü söyledi. Adam dört yıl sokakta yaşamış.
Sokakta yaşama düşüncesi çok korkunç geliyor değil mi? Çünkü sokakta yaşamak demek sadece üşümek ve pislik değil aynı zamanda dilencilik, çöp karıştırmak ve horlanmak da demek. Ama Japonya'da, bir yerde çalıştığı halde metroda yaşayan insanlar var. Her sabah, metronun
tuvaletine gidip duşlarını alıyor, takım elbiselerini giyiyor, karton kutularını katlıyor, cep telefonları dahil bütün eşyalarını bir Bond çantaya tıkıyor ve işlerine gidiyorlar. Ev bulma, eşya alma, fatura ödeme, komşuyla kavga, tamirat, sıkıntı... Hiçbiri yok. Temiz pak oldukları için horlayan da yok. Paraları olduğu için doğru dürüst yemek de yiyebiliyorlar. Uykuları geldiği an istedikleri yere kıvrılıyorlar.