Kalan dekorlar da yok edilmiş
"Yüzmilyarlarca liralık muhteşem dekorları sırf Yekta Kara döneminde yapıldıkları için yakıp yıkıyor, bu da Neron sendromu" demiştim. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Sedat Öztoprak aynı gün aradı. O gün de ben toplantıda olduğum için ancak ertesi gün konuşabildik.
Bana, haksızlık ettiğimi, bu kadar güzel şeyler yaptıkları halde neden şevklerini kırıcı bir yazı yazdığımı sordu. Sesi de biraz kızgın gibi geldi bana. Sonra da bir tesadüf eseri, aynen Genel Müdürleri Remzi Buharalı'nın sözlerini tekrarladı:
"Aslında beni tanısanız bunları yazmazdınız, bana inanırdınız.."
"Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz" demek gereksizdi bu söze karşılık. Onun yerine açıklamalarını dinledim.
Sadece altı yıldan uzun süredir bekleyen birkaç dekor yıkılmış. Bunlar zaten depolarda su içinde bekliyorlarmış. Depoların şartları kötüymüş (Cezaevleri ve af konusu gibi). Bu sezon az oyun oynanmasının nedeni ise AKM'deki tadilatmış.
"İnanılmaz bir kadrolaşma olduğunu söylüyorlar. Örneğin Mete Uğur gibi başarılı sanatçılara bu sezon hiçbir rol verilmemiş. Hattâ yıllardır oynadıkları oyunlar bile ellerinden alınmış" sözüme de "Mete Uğur 66 yaşında ve emekli" cevabını verdi.
Şimdi, önce Cuma günü söz verdiğim noktadan başlayayım, Sayın Öztoprak da merak ediyor sorunun cevabını..
Yeni müdür, yani Sedat Öztoprak aslında Türk Müziği Konservatuvarı mezunu. Şaşırtıcı bir durum çünkü bugüne kadar hep batı müziği kökenli isimler gelmiş operanın başına. Bu yüzden kendisi de sorulunca "İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı" diyormuş zaten. Öztoprak Almanya'da son iki yıldır hiçbir kuruma bağlı değilmiş, serbestmiş. Bu sırada Almanya'daki büyükelçi Tugay Uluçevik, Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hasan Hüseyin Akbulut'ta "tavsiye" etmiş. Ve işte bu tavsiye ile uzmanlık alanı Türk müziği olan biri, batı müziği alanına hem de İstanbul Opera ve Balesi Müdürü olarak adım atmış olmuş.
Yeni müdürü kim istedi?
Enteresan şekilde kolay görünüyor ama araştırdıkça "Opera ve Bale"de son iki genel müdürün de yönetmeliğe aykırı olarak göreve getirildikleri anlaşılıyor.
Her neyse, gelelim dekorlara.. Toplam değeri işçilik hariç 200 milyar TL olan yepyeni dekorlar hurda fiyatına üçyüz milyona satılmış. "Fotoğrafla belgelendi"diyor gerektiğinde adını açıklayabileceğim bir sanatçı.
"Dekorlar depoda eskimez. Diğerlerine hiçbir şey olmamış da neden bunlar ıslanmış? Onlar dışarda yağmur altında bırakıldığı için ıslandı" diyor bir diğeri.
Sedat Öztoprak yazının çıktığı Cuma günü dozer getirterek bahçede kalan dekorları da ortadan kaldırmış.
Kendisini kutluyoruz. Aida (95'te yapılmış), Nabucco gibi kapalı gişe oynanan oyunların dekorlarını, Spartaküs gibi. (1995'te) İsviçre'den getirtilenleri yok etmek cesaret ister.
Mete Uğur'un (66) emekli sanatçılığına gelince.. Onun gibi rekor sayılabilecek eserde oynamış başka bir sanatçı Ayhan Baran (71) da emekli. Alis Manukyan (68) da. Ama onlara istedikleri kadar rol veriliyor, değil mi Sayın Öztoprak? Mete Uğur ise bu bahaneyle en verimli döneminde (geçen yıl otuzdan fazla temsilde oynamış) kızağa çekiliyor. Her zaman başarıyla oynadığı ve bütünleştiği Rigoletto'taki rolü Sayın Öztoprak'ın kendisine veriliyor. Dublör olarak dahi Uğur'un adı geçmiyor.
Yekta Kara döneminde yapılanlar yok edilirken, onun dönemini özlediğini söyleyen genç sanatçılar bile kadro dışı bırakılıyor.
Gişeye kaç bilet satıldığının söylenmemesi sıkı sıkıya tembih ediliyor ama geçen yıl dolu salonlara oynanan "Ferhat ile Şirin"ler, "İtalya'da bir Türk"ler ancak yarı dolu salona oynanıyor.
Opera ve Bale'de sonbahar sezonunda oynanan temsil sayısı yarının altına düşüyor. (Tadilat demeyin sakın, tadilat 1 Ekim'de bitmiş)
Bakanlığın sadece iki yurtdışı konser için verdiği 125 milyar da sokağa atılıyor, konserler Almanya'da boş salonlara veriliyor. Ve onlar hala "Bizi bir dinleseniz haklıyız aslında" diyorlar. İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde sessiz çığlıklar ve göz yaşları arasında sessiz kıyametler kopuyor.
Çok yazık oluyor!
(Umarım Sayın Öztoprak bu yazıya da kızdığı için dozer getirtip AKM'yi yıkmaya kalkmaz!)
Deprem konusunda süper gelişme
Kandilli Rasathanesi Müdürü Ahmet Mete Işıkara dün sabah telefon ederek saat 14.00'de, Hazine Müsteşarlığı ile birlikte düzenlenen bir basın toplantısıyla açıklayacakları, bu konudaki harika bir gelişmeyi haber verdi. Işıkara bugüne kadar hep "depremle yaşamayı öğrenmeliyiz" dedi durdu. Bununla "Korkacağımıza önlemlerimizi almaya bakalım"ı kasdediyordu. Çoğumuz önceleri biraz düşündük, sonra yine unuttuk bu konuyu. İçimizden sadece bazıları, pahalıya patlasa da önlemini aldı ve uzmanlar getirterek evini kontrol ettirdi.
Kısa süre önce yürürlüğe giren Zorunlu Deprem Sigortası kararıyla herkes, bunu istemese de mecburenĞmecburiyetten yapacak.
Bundan böyle her bina sahibinin iki ayrı belgeye ihtiyacı olacak:
1- Binanın deprem yapı yönetmeliğine uygun olup olmadığına dair belge
2- Sigorta belgesi.
İkinci, ancak birinci varsa yapılabiliyor. İkinci olmadan da ev satılamıyor, tapuda işlem yapılamıyor.Bize ancak böyle bir önlem yeterli olabilirdi. Aksi taktirde canımız söz konusu olsa bile hiçbir şeyin ciddiyetine yeterince inanmıyoruz. Bakalım bu zorluğa (!) da uygun bir çözüm bulan olacak mı?