Rahmet ayının gölgesinde
Bakara suresinin 185'inci ayeti şöyle der: 'Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğruyu eğriden ayırt etmenin açık delilleri olarak Kuran'ın indirildiği aydır.' Bütün müminlerin böyle önemli bir ayı iyi değerlendirmesi lazım
Cenab-ı Hakka sonsuz şükürler olsun ki, manevi feyz ve bereketin bol olduğu Ramazan-ı Şerif ayını bir kere daha idrak etmiş bulunuyoruz. Cehalet, zulmet, şirk ve sapıklık bulutlarının kararttığı dünya semasını; yepyeni bir hayat anlayışıyla kökten değiştiren son ilahi kitap olan Kuran-ı Kerim, M.S. 610 yılında Cebrail (A.S.) aracılığıyla Peygamberimizin şahsında, bu ayda bütün insanlığa gönderilmeye başlanmıştır. Bu yüce olay Kuran-ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir:
"Ramazan Ayı, insanlara yol gösterici, doğruyu eğriden ayırt etmenin açık delilleri olarak Kuran'ın indirildiği aydır" (Bakara: 185)
Bundan dolayı bu aya "Kuran Ayı" da denilmiştir. Bu ay Kuran'ın nazil olmaya başladığı, en çok okunduğu ve hatmedildiği aydır.
Bu ay teravih namazları, iftar sofraları, okunan mukabeleler, davetler vb. davranışlar ile adeta "sosyal barışın" da sembolüdür. Milletimiz Ramazan-ı Şerif'e özel önem atfetmiştir. Bir yıl boyunca istemeyerek de olsa yapılan bir takım kötü davranış ve alışkanlıklar ile benzeri zaafiyetler; bu ayın girmesiyle terkedilmekte, insanımız manevi zenginliği feyz ve bereketi bol olan bir atmosfere girmektedir. Bu atmosfer insanı kötülüklerin, günahların kavurucu sıcağından; rahmet, mağfiret ve bereketin huzur veren gölgesine sığındırmakta ve bu rahmet gölgesinde insan manevi huzur bulmaktadır.
Bu ayda bedeni gıda ve ihtiyacını belli zamanlar için terkederek kendi iç disiplinini de sağlayan insan, psikolojik bakımdan da doyuma ermektedir. Onun için oruç, ruh terbiyemizi de sağlar. Allah rızası gözetilerek yapılan bu ibadet ile bir takım ilahi tecelliler mü'minlerin gönüllerinde odaklaşır, iç dünyamızda rikkat ve merhamet duyguları gelişir. İnsan adeta ilâhi ahlâk ile bezenir.
Gönüllerin yumuşaması, merhamet ve şefkat duygularının da gelişmesi sayesinde insanlar arasında sevgi-saygı, hoşgörü-anlayış ve barış vücut bulur. Ramazan-ı Şerif ifade ettiğim bu üçlü eksende sosyal dayanışmanın en üst düzeye yükseldiği bir aydır.
Bu aya, "hoşgörü, barış, sosyal dayanışma ve kaynaşma" ayı da denilebilir. Sadaka-ı fıtır bu ayda verildiği gibi, yüce milletimizin asaletine uygun biçimde zekatlarını da bu ayda vermeleri takdire şayandır.
Bu ay, "insan-ı kamil" mertebesine ulaştıran temel davranışları insana kazandırdığı için aynı zamanda; "sosyal barış"ın yerleştiği ve güçlendiği bir aydır. Yetim, yoksul, fakir vatandaşlarımız bu ayda diğer zaman dilimlerine nazaran daha fazla görülüp gözetilmektedir. Bu ayın "merhamet gölgesi" toplumun bütün katmanlarını kuşatmaktadır.
Ferdi seviyede gerçekleşen bu diriliş ve uyanış hali gelişerek müminin diğer duygu ve düşüncelerini de etkileyecek, neticede şahsiyetinin gelişip olgunlaşmasını sağlayacaktır.
Türk İslam şairleri ve yazarları, Ramazan ile ilgili eserlerinde bu manevi atmosferi tasvir etmeye çalışmış, oruçlu insanların ruh hallerini açıklamaya girişmişlerdir.
İnsan bilimleri için önemli olan bu davranışlar, "dini tecrübe" olayı açısından da önemli olan fenomenlerdir. Klasik edebiyatımızdaki ramazaniyyeler, psikolog, sosyolog, eğitimci ve sanatçı gözüyle yeniden yorumlanmalı, İslam dininin iman ve ibadet düsturlarındaki estetik unsurlar sanatçılarımız tarafından yeniden keşfedilip, açıklanmalıdır.
Yazımı bitirirken bana sık sorulan bir sorunun da cevabını vermek istiyorum: Orucu kimler tutar? Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde şu üç şartın bulunması gerekir: Müslüman olmak, akıllı olmak ve erginlik çağına gelmiş bulunmak... Bu şartları taşımayanlara oruç tutmak farz değildir. Ancak erginlik çağına gelmeyen çocukları, bünyelerine zarar vermeyecek şekilde oruç tutmaya alıştırmak uygun olur.
Sofranız bereketli, gönlünüz sevgi ve şefkat dolu, yaranılarınız daha huzurlu olsun...
Ebu Leheb'in cehaleti
Hele hele hayata gözlerini açtıklarından beri sevip ibadet ettikleri putlarının boşluğunu ve yaptıklarının mânâsızlığını onlara, kibirlerine rağmen, kabul ettirebilmek pek de kolay bir iş değildi.
O an için imanı ve dilinden başka bir silahı olmayan bir Peygamber için, bu görev, gerçekten ağır ve yorucu bir görevdi. Ama, Peygamberimiz (S.A.V.) bu zorlu göreve, daima kendisiyle birlikte olan Rabbinin (C.C.) uğrunda gözü kapalı ve seve seve yürüdü...
***
Dünyayı simsiyah örtüsüyle saran gecenin ardından, yavaş yavaş ışıldayan sabahın ışıklarıyla gün yüzünü göstermeye başladı. Ve güneşin parlak nuru ile dünyanın çehresi yeniden aydınlandı. İşte o an insanlar, Mekke'deki Safa Tepesi'nden kendilerine doğru bağıran bir insanın sesini duydular.
- Abdulmuttaliboğulları!.. Fihroğulları!.. Lueyyeoğulları!.. Arkadaşlar, arkadaşlar!..
Kendilerine seslenildiğini anlayan insanlar, Muhammed bizi çağırıyor diyerek, dört bir yandan geldiler, tepenin önünde toplandılar. Peygamberimiz (S.A.V.) onlara şöyle dedi:
- Lütfen bana söyleyiniz! Bu dağın arkasından kalabalık bir at sürüsünün üzerinize doğru gelmekte olduğunu bildirsem, bana inanır mısınız?
- Evet! Çünkü senin hiç bugüne kadar yalan söylediğini duymadık.
- İşte!.. Ben bir peygamberim; sizi bekleyen şiddetli bir azab var.
Topluluğun içinden Allah (C.C.) düşmanı Ebu Leheb'in sesi yükseldi:
- Bizi bunun için mi çağırdın? Vaktimizi boşa harcadın!..
Resulüllah (S.A.V.) bu sözü üzerine Ebu Leheb'e bağışlayan ve bağışlanmasını dileyen bir bakışla bakmakla yetindi. Başka karşılık vermedi. Bu davranış, O'nun yüksek ahlâkının, bize de örnek olması gereken, küçük bir tezahürü idi.
Yüce Mevlâmız (C.C.), Ebu Leheb'in bu küçümseyici, aynı zamanda büyüklenici tavrına karşılık, Kur'ân-ı Kerim'inde ona münhasır apaçık ayetler indirdi. Bu ayetlerin her bir Müslüman tarafından, her bir okunuşunda o hainin ruhuna lanetler yağmaktadır. Bütün canlılar ölüp tek Allah (C.C) kalıncaya ve mükevvenata "Mülkün sahibi kimdir" sorusu sorulup da "Ancak tek olan Allah'tır..." (C.C) cevabı alınıncaya kadar bu lanet yağmuru devam edip gidecektir.
Güzel ahlak
"Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." (Muvatta)
"Allah'ım! Yaradılışımı güzel yaptığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir." (Müsned)
"En hayırlınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır." (Tirmiz”-Müslim.)
"İyilik, güzel huydur. Günah, vicdanını rahatsız eden, içinde sakladığın ve insanların duymasını hoşlanmadığın şeydir." (Tirmiz”-Müslim)
"Su, buzu erittiği gibi güzel ahlâk da günahları eritir (yok eder); sirke balı bozduğu gibi kötü ahlâk da ameli bozar." (Taberân”)
"Bence en sevimliniz, ahlâkça en güzel olan ve etrafındakilerle hoş geçineninizdir ki, onlar herkesi sever ve herkes de onları sever. Bence en sevimsizleriniz koğuculuk yapan, dostların arasını açan ve temiz kimselerde kusur arayanlarınızdır." (Taberâni)
"Kötü insanlardan birisi de, şerrinden dolayı insanların kendisinden sakındığı kimsedir." (Muvatta)
Kalbini mi yardın?
ASHAB'tan Hz. Peygamber'in (s.a.s.) çok sevdiği Usame b. Zeyd, başından geçen bir hadiseyi şöyle nakleder: Resilullah bizi düşmana karşı göndermişti. Cüheyne kâbilesinin Hurukât ismindeki koluna baskın düzenledik. Ben hemen bir kişiyi yakaladım. Adam; "Lâ ilâhe illallâh" dediği halde onu öldürdüm. Bunun üzerine beni bir düşüncedir aldı. Dönüşte olayı Rasõlüllah'a anlattım. Hz. Peygamber: "Lâ İlâhe İllallah dediği halde onu nasıl öldürdün?" buyurdu. Ben de: "Ey Allah'ın elçisi o, bunu kılıç korkusuyla söylemişti" dedim. Bunun üzerine bana şu sert cevabı verdi: "Sen onun kalbini yarıp baktın mı? Lâ ilâhe illallâh'ı samimiyetle mi yoksa silah korkusuyla mı söylediğini nasıl anladın?" Resõlüllah bu azarını o kadar çok tekrar etti ki, keşke bugünden önce müslüman olmasaydım (da bu hâdise ile karşılaşmasaydım) diye temenni ettim. (Müslim, el-İman, 41; Ebu Dâvud, el-Cihâd, 95)
MEHMET NURİ YILMAZ
|