kapat

10.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Şehir ve İnsan'ı hatırladınız mı?..

(Bir bilgisayar azizliği yüzünden salı günü çok eksik yayınlanan bu yazımızın tümünü yeniden köşemize koyuyoruz. Özürlerimizle..)

Kadıköy Belediye Başkanı idi, Dr. Cengiz Özyalçın o sıralar.. Bir gece eşi ile Fenerbahçe burnundan geçiyorlardı.. Eşi sigara istedi.. Orada yedi tane büfe vardı yan yana.. Doktor, eşini arabada bırakıp büfeye doğru yürüdü ve ..

Büfelerle deniz arasındaki karanlık bölgede, arabalar sıra sıra park etmişti. Hepsinin ışıkları sönüktü.. Biri hariç.. Kapı açık olduğundan içeride ışık yanıyordu.

"Gördüklerimi anlatmama terbiyem müsait değil" dedi, doktor.. Ertesi gün olayın üzerine gitmiş.. Gitmiş ki, Fener'deki burun sıradan vatandaşların güneş batınca dolaşmaktan korktuğu bir keşhane.. Esrardan başlayıp, kadına kadar her şey burda satılıyor..

"Burası tertemiz, pırıl pırıl olacak" diye karar vermiş o saat..

Büfeler derhal oradan dağıtılmış.. O karanlıklar içindeki kanunsuzlar yerine, bugün Piramit denen pırıl pırıl yapı inşa edilmiş.. İçine mağazalar, sinemalar, kafeler, eğlence ve dinlence yerleri konarak..

Kadıköy halkının her gün ve gece doldurduğu, tertemiz, pırıl pırıl bir köşe olmuş Fener burnu.. Çevreyi de Çelik Gülersoy'un düzenlediği bir açık hava parkı haline getirerek..

Ve emir gelmiş..

"Derhal yıkıla.."

Birileri dava açmış.. "Kıyı sahil yasasına aykırıdır. Burası halka açık alan olması gerekirken bina yapılmıştır" diye..

Bre aman.. Yanı başında, denizin içinde koskoca astsubay gazinosu var, yıllardır.. Bu nasıl bir uygulamadır ki, onu görmez, bunu yıkar..

Ama bu ülkede mahkemeler, kararları dosya üzerinden verirler. Hukukun boşluklarını iyi bilenler, halkın yararı, kullanımı var mıdır, eskiden neydi, şimdi ne oldu bakmazlar..

Orada askeri gazino yıllardır vardır.. Orada denizden doldurulan Caddebostan burnunda Fahrettin Aslan gazino yapmıştır mesela (Şimdi Migros) onlar durur..

Yıkım kararı çıkarılır. Kadıköy Belediye Başkanı mahkemeye verilir..

***

Dr. Özyalçın, Kadıköy Belediye Başkanı olunca, Kalamış'ta bir dünya çapında marina, önünde, mahkemelerden alınmış bir yıkım kararı ve bir tehdit buldu:

"Derhal yıkmazsan, hakkında soruşturma açılır ve tutuklanırsın.."

Kalamış Marinası davul zurna dünyaya ilan edilerek yapılmış.. Kimsenin çıtı çıkmıyor.. İş bitmiş..

"Ekolojik denge bozuldu. Yıkılmalı" davası.. Ve karar..

"Yıkılacak.."

"Diyelim ekolojik denge bozuldu.. Peki yıkınca bu denge geri gelecek mi?.. Trilyonlarca lira harcanmış, binlerce ton beton dökülmüş denize.. Binlerce fore kazık çakılmış, her biri 35 metre derinliğinde.. Hangi teknoloji, hangi para ile bu kazıklar sökülüp alınacak denizden.. Akıl var.. Mantık var.. Kamunun yararı var.. Bu marinada iş sahibi olan ve aile geçindiren yüzlerce insan var. Bu marinanın Kadıköy ve İstanbul'a büyük katkıları var.."

"Olmaz.. Yıkacaksın, yoksa başın fena ağırır."

"Ben Neron değilim" diyor, Doktor.. "Ben Neron değilim ama, baskı büyük..

Sonra baktım, zamanın Başbakanı Tansu Çiller Monaco'ya gitmiş.. Olimpiyat Komitesi üyelerine, Olimpiyata talip İstanbul'u tanıtmak üzere.. Dağıttıkları kitapta bir bölüm var.. 'Yelken ve kürek organizasyonları, Kalamış Marinasında yapılacak' diye anlatıyor, ballandırarak.. Bir yanda, devletin başbakanı, benim partim CHP'den değil, DYP'den ama ne farkeder.. Devletin başbakanı ya.. Kalamış Marinasını dünyaya sunuyor, 'Burada Olimpiyat yapacağız' diye.. Öte yandan, ayni devlet bana emir veriyor.. 'Yık' diye.."

***

Dr. Cengiz Özyalçın Piramit'i de yıkmadı.. Marinayı da.. Hakkında açılan tüm davalardan beraat etti. Ama kırıldı.. İzzet-i ikbal ile Bab-ı hükumetten çekildi.. Bir daha aday olmadı.. Şimdi bir sosyal meskende, mütevazı bir yaşam sürdürüp, kıt kanaat geçiniyor..

Ama Fenerbahçe Piramit'i ve Kalamış Marinası pırıl pırıl, ışıl ışıl hizmete devam ediyorlar, İzmir'in Sevgili Belediye Başkanı Ahmet Priştina..

Yapılan iş doğru ise, kamu yararı varsa, yöre halkı mutlu ise, yürekli bir başkan, çözümü buluyor sonunda.. Toplumu ile uzlaşıyor..

El oğlu böylelerinin hayatını dizi yapıyor, televizyonlara, "Şehir ve İnsan" diye.. Biz öyle bayıla bayıla seyrediyoruz ki, aradan yıllar geçse de unutmuyoruz..

Peki ya anne ve babalar..
Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti'nin, onun "Çocuksuz" Başbakanı ve İçişleri Bakanı'nın umurunda değil.. Valilerin umurunda değil.. Medya, unuttu bile.. Peki ya anne ve babalar.. Onlar nasıl sahip çıkmazlar çocuklarına.. Nasıl gök kubbeyi yere indirmezler..

Servis rezilliği unutuldu gitti.. 2 milyon çocuğumuz bugün sabah gene ne idüğü belirsiz sürücülerin kullandığı servislerle okullarına gittiler.. Yeni bir facia yaşanana kadar da gitmeye devam edecekler..

Pes.. Utanıyorum.. Vallahi utanıyorum, billahi utanıyorum..

Bu ülkenin, bu milletin göz bebeği çocuklara, kendi çocuklarımıza karşı bu ruhsuzluk, bu sahipsizlik bu sorumsuzluk beni deli ediyor.. Beni ve birkaç okuyucumu.. Gerisi, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde uyuyor.. 23 Nisanlar'da uyanıp, bir iki hamasi laf ettikten sonra tekrar uykuya dalmak üzere..

Yazıklar olsun..

***

Hakan Berberler, taa Sydney'den yazmış.. "Bu olay Avustralya'da olsaydı ne olurdu" diye..

"Öncelikle hükumet geniş kapsamlı bir soruşturma açardı. Halk sokağa dökülür, hükumeti istifaya davet ederdi. Şaka değil, hükumet büyük olasılıkla düşerdi. Bu hükumet üyeleri politikayı kendi arzuları ile bırakırlardı, çünkü politik yaşamlarının bittiğini bilirlerdi. O okulun çocuklarının ailelerine trilyonlarca lira tazminat ödenir, servis sistemi tepeden tırnağa elden geçirilip yeni yönetmelikler çıkarılırdı.. Bir de bizdeki tepkiye bakın.. Ne acı değil mi?.."

Aydın Bilginer ne diyor bakın..
"Biz ne kadar şanslı büyümüşüz meğer.. 50 nolu otobüsle Şişli'den Tunel'e.. Oradan da Yüksek Kaldırımı inerek St. Benoit'ya varır, biraz spor yapmış, biraz hava almış olurduk. Bir de servisle gidip gelen bizim çocuklarımız.. Yurttaşlık, kanuna ve nizama riayet yeni yetişen beyinlere aşılanır. Çocuk gördüğünü yapar, ağbisi, amcasını taklit eder. Servise verilen çocuk, kırmızı ışıkta geçmeyi, girilmez sokaklara girmeyi, dönülmez köşeyi dönmeyi, durulmaz yerde durmayı erkeklik saymayı, yılda bir iki kez trafik polisi tarafından durdurulunca riyakar bir tavırla yalan söylemeyi ve yaltaklanmayı öğrenir. 10 yıl sonra ehliyetini alınca da trafik canavarı olur.."

Gökmen Tatari Amerika, New Jersey'den ulaşmış bize.. "Burada okul otobüsleri durduğu anda, flaşörler yanıp sönmeye başlar ve otobüsün yanlarına monte edilmiş "Stop" yazılı kanatlar iki yana açılır.. Tabii istersen geç şoförü.. Servis şoförü işi biter bitmez, seni rapor eder. 2-3 gün içinde evine bir mektupla 225 dolarlık (150 milyon lira) para cezan gelir, 12 puan da kaybedeceği ehliyetinden 4 puan düşülür. 'İstersen falanca gün mahkemeye gel. Biz de şahitlerimizi getirelim..' denir. Sistem felaket çalışıyor, kimse geçmiyor.. Kimse geçmiyorsa, ben sistemi nerden biliyorum.. Buradaki Türk arkadaşlar geçiyorlar tabii.. Eve mektup gelince 'Bilmiyordum' diye itiraz ediyorlar.. 'Bir daha unutmazsın' diyorlar. Okul otobüslerinin arkasında kocaman bir acil çıkış kapısı var. Elle açılıyor. Bir elektrik arızasında otomatik açılmazsa, yangın vesaire gibi bir durumda panik çıkmasın diye.. Çocuklara bu kapıyı açmayı ve çıkmayı daha ilk gün öğretiyorlar." Elvan Hodges'in yazısı Kanada'dan.. "Bir süre önce de bizim basında okumuştum. Bir servis şoförü kendi arabasından inen çocuğu ezip öldürüyor. Ceza almadığı gibi ayni okula gene servis şoförü olarak dönüyor. Bir öğrencisini daha ezip öldürüyor ve 'Suçlu ben değilim, beni yeniden işe alan müdürdür' diye savunma yapıyor.. Otur saçını başını yol.. Şimdi bu nasıl toplumdur, bu nasıl insanlardır?.. Anne ve babalar bu adamın işe dönmesine nasıl ses çıkarmaz, boyun eğer ve çocuklarını bu adama teslim ederler.. Son olaydan sonra ben de 'Artık kıyamet kopar' diye düşündüm. Tek kişiden ses gelmedi.."

Pamuk eller..
İstanbul'un bir krem döla krem bir tabakası var. Üst düzey her davette onları görmeye alıştık.. Bu defa davetiye evlerine ve ellerine kurye ile ulaştırılan cinsten değil.. Benden.. Açık yapıyorum bu daveti.. Çünkü değişik bir davet bu.. Paralı.. Bu muhteşem geceye katılmak isteyenler, pamuk ellerini ceplerine atmak zorundalar..

Bedava olduğu zaman, takıp takıştırıp eksiksiz koşanların yüzde kaç fire vereceğini, birlikte göreceğiz..

Selçuk Başar, Türkiye'nin bu gözde müzisyeni uzun zamandır ağır hasta.. Bir beyin ameliyatı daha geçirmesi gerekiyor.. Arkadaşları bu geceyi onun için hazırladılar..

14 Kasım Salı gecesi, Günay'da..

"Muhteşem" lafını boşuna etmedim..

Sezen Aksu, Nilüfer ve Ajda Pekkan!..

Bu üçünden büyüğü var mı bu ülkede.. Ve üçü bir arada.. İnsanın yaşamında belki bir kere olacak bir fırsat bu..

Üçü de tek kuruş almadan geliyorlar. Onlara çalacak İstanbul Gelişim ve salonunu tahsis eden Günay da öyle..

Ödenecek her lira, Selçuk Başar hesabına yatacak..

Hadi hemen, rezervasyonlarınızı yaptırın bakalım 0 212 230 44 44 nolu telefona..

Faça masalar 8'er kişilik.. Tüm masa 10 bin dolar..

Normal masalar adam başı 150 dolar..

Rezervasyonlar hafta sonuna kadar dolmalı aslında..

Göreceğiz.. Mehmet Akif'in "Ya param olsa idi, ya hamiyetsiz olaydım" diye anlattığı insanımızdan kaç tane kalmış, o günden bu yana..

Günay,

Benim yerimi ayır, lütfen.. 4 kişi geliyoruz.

Öğrencilerimiz..
Geçen hafta sonu kitap fuarında imza günümüz var.. (Bu pazar öğleden sonra da var, bu arada..) İki genç yaklaştı masamın başına.. "Kızılay'da, 'YÖK'e karşıyız' mitingimiz var. Otobüsle gidilecek. Katılım masraflarını karşılayabilmek için rozet satıyoruz" dediler.. "Ama ben YÖK'e karşı değilim ki" dedim.. "O zaman canın sağolsun Hıncal Ağabey" dediler.. Nasıl içten, nasıl uygar bir tavır.. İkisini de sarılıp öpmek istedim.. Baktım koltuklarının altında bir demet gazete.. "Bu ne" diye sordum.. "Bizim çıkardığımız gazete" dediler.. "Bakın onu alırım işte" dedim.. Teşekkür edip uzattığım parayı aldılar ve gazetelerden birini bıraktılar.. Ertesi gece başlarına geleni ekranda gördüm.. Kızılay'da miting yapılmış. Binlerce öğrenci yürümüş.. Olay molay da yok.. Peki ne var?..

İstanbul'dan gelen bizimkilerin otobüsünü Ankara girişinde polis durduruyor. Gençler yürüyerek gitmeye karar veriyorlar 20-30 kilometre yolu ve polis coplayarak dağıtıyor onları..

Kızılay'da binler yürürken, bu bir otobüs dolusu 40-50 genç de katılsa ne olur?..

Ortada tehlike yaratacak büyük bir kalabalık olsa, polis sertlik yapmakta mazur olabilir belki, tehlikeyi önlemek için.. Öyle bir şey de yok.. O zaman niye bu gençlere düşman gibi saldırı..

Bekledim ki, YÖK Başkanı Kemal Gürüz, YÖK'ü protesto için Ankara'ya gelen gençlere kalkan copları ertesi gün protesto etsin..

Ne kadar büyürdü..

SEVDİĞİM LAFLAR
Kamuoyunu özel düşünceler yaratırlar.

Özel düşünce, özel davranış ve özel tartışmalar,

bu yüzden fena halde önemlidirler.

Jan Struther

BİZİM DUVAR
Cezaevlerinde sık sık isyan çıkıyor..

Ama Nuriş'in içerdeki marifetlerine

dışarda "isyan" eden yok!!!

Hakan &Utku

TEBESSÜM
Ağaçtan zencinin koluna düşen karınca ne demiş?.

Eyvah, gene karakola düştük..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır