kapat

01.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Atatürkçülük din değildir Nutuk da Kuran değildir

Atatürkçü Düşünce Derneği bu yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda akıl almaz bir "etkinlik" yaptı. Atatürk'ün genç Cumhuriyeti anlatmak için 1927'de Meclis Kürsüsü'nden okuduğu Nutuk 24 saat aralıksız okundu.

Nutuk'un aralıksız okunmasına bazı gazeteciler, sanatçılar da katıldılar ve belli sürelerde Nutuk'tan paragraflar okudular.

Bu çok absürd, çok akıldışı, mantık dışı bir etkinlik.

Atatürk'ün Nutku'nu 24 saat okumak ne demek acaba? En önemlisi acaba kim 24 saat boyunca nutkun okunmasını dinledi, oradan hiç ayrılmadan bekledi?

Atatürkçü Düşünce Derneği Kuran'ın bazı yerlerde 24 saat aralıksız okunmasından yola çıkarak "Onlar Kuran'ı 24 saat okuyorsa, biz de Atatürk'ün nutkunu 24 saat okuruz" diyorlar.

Türkiye'de Atatürkçülüğe, laikliğe en büyük darbe, bu kendini en çok Atatürkçü ve laik sananlardan geliyor. Çünkü bunlar Atatürk'ü bir peygamber, Atatürkçülüğü de bir din gibi görüyorlar. Bir tek kutsal kitap bulamıyorlardı, şimdi belli ki onu da bulmuşlar. Atatürk'ün Kurtuluş savaşı mücadelesini anlattığı o büyük eseri alıp baştan sona okuyarak, Kuran'ı Kerim'le yarışmak istiyorlar.

Aralıksız Kuran okunması Osmanlı İmparatorluğu'nun bir uygulaması. Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden "Kutsal Emanetler"le döndükten sonra başlamış bu. Kutsal Emanetler sarayda özel bir bölüme konmuş, Yavuz Sultan Selim de "Bu emanetlerin başında Kuran sesi hiç eksilmesin" demiş. İşte o gün bugün Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emenetler bölümünde aralıksız Kuran okunur.

Topkapı Sarayı Müdürü Filiz Çağman'a da sordum. "Hergün Karun okunuyor, ama geceleri güvenlik nedeniyle içerisi boşaltıldığı için kimseyi sokmuyoruz, ama gündüz Kuran okunması hiç kesilmiyor" dedi.

Topkapı Sarayı'nda Kuran okuyanlar müftülük tarafından belirleniyormuş, yani Saray bütçesinden bu iş için ayrıca para ayrılmıyor. Şimdi böyle bir adeti alıp Atatürk'ün nutkuna adapte etmeye kalkışmak olur mu hiç?

Şunu unutmamak gerek, Atatürkçülük bir din değildir. Atatürkçülüğü din, Atatürk'ü de peygamber gibi göstermek bölücülüktür. Laikliği korumak öncelikle eğitimle olur. Demokrasiyle olur. Hukukla olur. Ekonomi ile olur. İnsan haklarına saygı ile olur.

Bu tür şaklabanlıklar da yapanların ayıbı olarak kalır.

4 yıl önce bitmiş borcun hesabını soran polisler
Türkiye ilginç bir ülke. Ne zaman ve nerede başınız nasıl derde girer, bundan nasıl kurtulursunuz, bilmenize çoğu kez olanak yoktur.

Hele sorununuz devletleyse yandınız demektir. Şimdi size bir arkadaşımın, hem de 35 yıllık bir arkadaşımın başına gelenleri anlatacağım.

Arkadaşımın adını söylemeyeceğim, çünkü bu ülkede bazı şeyleri açık açık söylediğinizde birilerinin hışmına uğrama tehlikesi vardır hep, bunu bilmek gerek.

Arkadaşım tekstilci. Çok iyi işleri vardı. Genellikle iç pazara mal üretirdi. Genellikle öz kaynaklarıyla yönetti şirketini uzun süre. Ama 1990'lı yılların başında işini büyütmek, geliştirmek istedi. Bu nedenle daha büyük sermayaye ihtiyaç duyuyordu. Bir bankadan kredi aldı, işlerini büyüttü. Ama şansa bakın ki önce döviz krizi patladı, ardından tekstil bunalıma girdi.

Uzatmayayım; işleri kötüleşti, banka borçlarını binbir güçlükle ödedi ama canından da bezdi. Arkadaşım bu arada vergi borcunu ödeme sıkıntısına da düştü. Vergi borcu birikti, faizler üzerine bindi, ödeme planı yapıldı, sonunda onlardan da kurtuldu. Feraha erdi, işini yeniden ama çok küçük çapta kurdu, şimdi son derece mütevazı biçimde iş hayatını sürdürüyor.

Ankara yolculuğu
Arkadaşım geçtiğimiz haftalarda bir iş için Ankara'ya gidiyor. Her zaman gittiği otele yerleşiyor. Gündüz işlerini hallediyor. Ancak bir gün daha kalması gerekiyor.

Gece oteline geliyor ve yatıyor. Sabah saat 05.00'de kapısının gümbür gümbür çaldığını duyarak yataktan fırlıyor. Aklına ilk olarak deprem olduğu ya da yangın çıktığı geliyor. Fırlayıp kapıyı açıyor ki karşısında iki tane polis ve otelin resepsiyon görevlisi.

Arkadaşım "Hayrola" diye sorduğunda polisler "Bizimle geleceksin" diyorlar. Arkadaşım "Neden?" diye soruyor ama cevap yok.

Bakın gerisini şöyle anlatıyor arkadaşım:

Borç takmışsın
"Üstüme birşeyler geçirip polislerin arasında çıktım, arabaya bindik. Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne geldik. Kapıda üstüm başım arandı. Nasıl utandığımı anlatamam. Bugüne kadar hiç karakola düşmemişim, bir tek suçum yok. Sanki yankesici gibi polislerin arasında mevcutlu biçimde emniyete getirilmek beni kahretti."

Arkadaşımı bir odaya aldıktan sonra bir polis gelip "Hakkınızda yakalama emri vardı, onun için sizi buraya getirdik" demiş. Arkadaşım da sormuş tabii "Nedir bu?" diye. Polis memuru "Vergi borcunuzu ödememişsiniz, bilgisayar kayıtlarında böyle gösteriyor" demiş.

Arkadaşım şaşırmış, çünkü ne vergi borcu ne kredi borcu, hiçbir borcu olmadığını biliyor. İstanbul'u avukatını, şirketindeki muhasebeciyi aramak istemiş hemen, ama izin vermemişler; çünkü daha sabahın körü, mesainin başlaması, komiserlerin, müdürlerin gelmesi gerek.

Nezarethane de çile
Arkadaşımı atmışlar nezarethaneye. "İçerde tam 28 kişi var" dedi, çoğu geceden kalma olaylara bulaşmış insanlar, kimi sarhoş, kimi adam dövmüş, kimi kaza yapmış.

Sonunda mesai saati gelmiş çatmış, arkadaşıma sadece bir tek telefon etme hakkı vermişler. O da İstanbul'da bir avukatı aramış, 4-5 saatlik bir araştırmadan sonra sorun anlaşılmış. Meğer 4 yıl önce vergi taksitinin son dilimi de ödendiği halde maliyenin bilgisayarı kaydı düşmemiş. Bu kayıtlar polis bilgisayarına da aktarılmış.

Arkadaşım, taaa akşama doğru İstanbul'dan faks getirterek borcunun olmadığını, kaydın silinmesinin unutulduğunu kanıtlamış ve onuru kırılmış, zedelenmiş olarak emniyetten çıkmış.

Bu ne ayıp
Arkadaşım olayı bana aktarırken sesi titriyordu. "Bu ülkede vatandaş olmak da çok zor" dedi. "Suçların bilgisayara geçirilmesi, insanların yakalanması çok güzel, ama hiçbir suçu olmayan insanlara yapılan bu eziyetin anlamı var mı?" diye sordu.

Arkadaşım sabahın beşinde odasına baskın yapılmasını da hazmedemiyor, bunun büyük işgüzarlık olduğunu savunuyor.

Sonra Ankara Emniyet çevrelerinden sordum, bu uygulamanın nasıl yapıldığını. Ankara'daki pekçok otel artık bilgisayar kullanıyor. Ankara Emniyet Müdürlüğü bütün otellerden akşam saatlerinde müşteri kayıtlarını istiyormuş. Bu bilgiler bilgisayarla emniyete geçiliyormuş. Emniyet'te de arananlar listesi ile karşılaştırılıyormuş. Bu arada rastlanan bir aranan isim olursa, polisler hemen gidip otelden alıyorlarmış.

Tamam da, bunu daha insanca yapamaz mıyız?

YUMRUKLARI SIKIP MARŞ SÖYLEMEK
Son zamanlarda moda oldu. Atatürk adı geçtiğinde sesi yükseltmek ya da avaz avaz marş söylemek daha fazla Atatürkçülük gibi algılanıyor galiba. İstanbul'daki 29 Ekim resepsiyonunda da bu tür manzaralarla karşılaşıldı. Resepsiyonda Faziletli Belediye Başkanı da var ya, sanki ona gösteri yapılacak. Ona bakarak avaz avaz Atatürk diye bağırınca herhalde herkes "ne kadar laik olduğunu gösterdiği için" tatmin oluyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır