BİRKAÇ kez metroya bindim. Her seferinde son derece rahat bir yolculuk yaptım. İtiş-kakış, telaş ve gürültü, geç kalma korkusu, üzerinize abanan yabancı bedenler veya burun direğinizi kıran kokulardan uzak...
Ve uzunca bir süre yaşama fırsatı bulduğum Paris'in o bitmek-tükenmek bilmez metrosu ve orda yaptığım sayısız yolculuk aklıma geldi. Haluk Şahin haklı: Bir kenti tanımaya metrosundan başlamalı. En azından, metrosunu tanımadığımız bir kenti tanıyoruz diyemeyiz...
Paris Metrosu bir alemdir. Kimi istasyonları soğuk ve sevimsiz, kimileriyse bir sanat eseri güzelliğinde... Çok eskiden kalma istasyonları belediye sürekli onarır, modernleştirir, güzelleştirir.
Burda, Paris'in uluslararası metropol ününe uygun olarak, 40 milletten insan yolculuk eder. Siyahı, beyazı, sarısı, melezi, çekik gözlüsü, genci-yaşlısı ve akla gelecek her türlüsü vardır.
İnsanlar genelde karşısındakilere pek bakmaz. Ama bu aldatıcıdır. Aslında herkes çaktırmadan etrafı süzer, o binbir yüzdeki binbir anlamın gizini çözmeye çalışır. Paris Metrosu'nda yolculuğun en heyecan verici yanıdır bu: Bir 'insan sarrafı' olmak ve belleğinize inanılmaz sayıda insan yüzü nakşetmek için eşsiz bir fırsat...
Ve o hay huy içinde, kimi zaman utangaç bakışmalar, gitgide artan karşılıklı ilgiler oluşur. Aynı saatlerde yolunu gözlediğiniz kişiler çıkmaya başlar. Metro, büyük kent yaşamında sürekli yeni yüzler keşfedeceğiniz, ilişkiler kurabileceğiniz, dostlar edinebileceğiniz, belki büyük aşklar bulabileceğiniz bir büyük rastlaşma mekanı olur çıkar. Ve o zaman, en kalabalık saatlerde bile metroya binmek, hele gençler için, zevk halini alabilir.
İstanbul henüz bu anlamda metroyu tanımadı, onun keyfine varamadı. Vardığı gün, inanın ki şimdilik 'boşluk', yerini tam bir kalabalığa bırakacak.