kapat

14.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Troy
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Antik English
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Darbeler ve "itiraflar..."

12 Eylül'ün 20.yıldönümü, uzun zamandır herhangi bir "askeri darbe"nin yıldönümünde olmadığı kadar, televizyon programlarına, köşe yazılarına, açıklamalara ve tartışmalara yol açtı.

Acaba neden?

Kamuoyunun birdenbire 12 Eylül anıları mı canlandı? Yoksa, "aktörler" ve "mağdurlar" yüreklerine taş basarak, dudaklarına fermuar çekerek, 20. yıldönümünün gelmesini mi bekliyorlardı? İkisi de olamaz.

Aslında, 12 Eylül'ün 20. yıldönümü vesile edilerek, Türkiye'de "askeri müdahale"lere karşı giderek artan bıkkınlığın dile getirilmekte olduğu besbelli. Türkiye'deki "demokrasi iklimi" son yıllarda, giderek kısıtlandığı için, "metaforlar"la konuşulması adet halini aldı. 12 Eylül üzerine tartışmayı, 28 Şubat sürecine ilişkin bir tartışma gibi algılamak pekâlŒ mümkün.

Gerçi, 12 Eylül "mağdurları"nın önemli bir bölümü, -politikacısından yazar-çizerine dek- 28 Şubat'ın "aktörleri" haline geldiler ama son günlerde su yüzüne çıkan AB eksenindeki tartışmalar, "sivil yönetimin sorumluluğu" ile "askeri müdahaleciliği" ismi konmadan yine gündeme getirdi. Bunda, amacı tam öyle olmasa da; açıkça telŒffuz etmeyip "ima yolu"nu seçmiş olsa da, AB ile ilişkiler sorumluluğunu üstlenen Mesut Yılmaz'ın rolü var.

12 Eylül'e yönelik tartışmalar, ister istemez, bazı televizyon programlarında, daha önceki 12'li müdahaleye, 12 Mart'a kaydı. 12 Mart'ın da, 12 Eylül'ün de "darbesini" yemiş siyasi şahsiyetlerin başında Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit geliyordu. Ekranlarda bol bol, Demirel ve Ecevit ile yapılmış mülâkatlar izlendi. O televizyon mülakatlarını izleyenlerin, Demirel ve Ecevit'in "askeri müdahalelere karşı" aldıkları kararlı ve mücadeleci tavırlara saygı duymaması imkânsızdır. Hem 12 Mart döneminde, hem de 12 Eylül'de yasaklı oldukları günlerde...

12 Mart'ta akıl almaz baskı ve tehditlere karşı Silahlı Kuvvetler'in adayı diye empoze edilen Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler'in Cumhurbaşkanı seçilmesine her ikisi de karşı durmuşlar ve TBMM'nin iradesinin ifsat edilmesinin önüne geçmişlerdi.

12 Eylül'de Hamzakoy'da birlikte "tutuklu" kaldılar; hele Ecevit, yapayalnız bir mücadele ortaya koydu ve boyun eğmediler. 12 Mart ve 12 Eylül'e adı karışmış tüm sivil şahsiyetler -tıpkı askerler gibi- sahneyi terketmek zorunda kaldılar.

Demirel ve Ecevit, uzun yıllar siyasi hayatta kalışlarını bu "mağduriyete"e borçludurlar. Bu ülkenin halkı, kendi tercihlerinin kaba bir biçimde ihlalini hiçbir zaman onaylamadı. İsyan geleneğine sahip bir halk değildir ama eline ilk fırsat geçtiği vakit, "darbeciler"i ıskartaya çıkarmasını bilir ve bildi.

28 Şubat'ta bu iki lider, kendi "tarihi sicilleri"ne karşı geldikleri için benzeri bir akıbete doğru yollandılar. 1982'de tartışılması yasak olan ve baskı altındaki bir referandumla, Türkiye'ye empoze edilen anayasaya karşı "hayırda hayır vardır" kampanyası yürütmüş olan Demirel, yıllarca kendi keyfi yönetimine, cebinden eksik etmediği o anayasayı destek yaptı.

Ecevit ile Demirel, 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birleşmişlerdi; 2000'de de birleştiler. Ama tam ters yönde. Demirel, Gürler'in yerine geçmişti. Ecevit ise tıpkı 12 Mart rejiminin Gürler'i desteklemesi gibi, Demirel'ı destekliyordu. TBMM, iradesinin ifsat edilmesine bir kez daha izin vermedi ve Demirel'ı ıskartaya, Ahmet Necdet Sezer'i Çankaya'ya çıkarttı.

28 Şubat, diğerlerinden "süreç" olmasıyla ayrılıyor. Bir "klâsik" darbe ya da askeri müdahale tipi değil. Simgeleri var ama lideri yok. Ama dikkat edin, o simgeler, bowling şişeleri gibi, tek tek devriliyorlar. 28 Şubatçılığın tasfiyesi biraz zaman alacak.

Zamanı kısaltacak olan faktörler, yine "metaforlar"la ifade ediliyorlar: "Hukukun üstünlüğü", "Kopenhag kriterleri", "AB üyeliği" vb... 12 Eylül üzerine patlak veren tartışmalar dahi, yine "metaforlar"la konuşmanın bir yansıması. Anılar canlanınca, 90'larda yaygınlaşan ve "hukuk devleti"nin en etkili katli sayıbilecek "yargısız infazlar"ın, 12 Eylül ve "askeri darbe" kökenli olduğu gözler önüne seriliyor. Kenan Evren'in "Aramızdan birine suikast yapılırsa, o işi yapanın tutuklu tüm taraftarlarının öldürülmesi emrini vermiştik" gibi dehşet verici "itiraflar" ortaya çıkıyor.

İlerde, 28 Şubat yıldönümlerinde kimbilir neler duyacağız...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır