kapat

05.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Motivasyon
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Bir ileri, bir geri

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun 30 Ağustos resepsiyonunda, Türkiye'nin "monark"ı tavrıyla yaptığı konuşmanın yankıları sürüyor. Eğer, statü itibarıyla "devlet memuru" konumunda bulunan birisi, "devletin en yetkili kişisi" gibi konuşur, konuşması "muhtıra", "uyarı", "zehir zemberek açıklamalar" gibisinden değerlendirilir ve konuşmasından hem yürütme organı, hem yargı, hem de yasama payını alırsa; bunun yankı uyandırması doğaldır.

"Doğal olmayan"ın tartışma ve eleştiri konusu olması "doğal"dır.

Kıvrıkoğlu'nun "çıkışı"nı, Türkiye'nin "ileri-geri mücadelesi" çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Özellikle, Türkiye'nin 1999 Aralık ayında AB Helsinki Zirvesi'nde AB'ye "aday üye" ilan edilmesinden sonra, keskinleşen bir "ileri-geri" mücadelesi söz konusu.

AB entegrasyonu hedefi, Türkiye'nin "Atatürkist" projesinin mantıklı son halkası olarak görülebilir. "Çağdaş uygarlık" ile Türkiye bütünleşmesinin ve Türkiye'nin "stratejik çıkarları"nın, 21.yüzyılda "kesişme noktası", AB ile bütünleşme sürecinin ta kendisidir.

Bu "büyük hedef", ister istemez, Türkiye'nin çok köklü bir değişim ve dönüşümünü ifade ediyor. Bu "çok köklü değişim ve dönüşüm" için kullanılan "metaforlar" var. Eş anlamı biçimde kullanılan "demokratikleşme" ve "Kopenhag kriterleri".

Türkiye'nin kendi içini toparlamadan, uluslararası sahada, etkili ve saygın bir konum kazanması da imkansız. Bir ülkenin iç düzeninin, dış ilişkilerini bu kadar etkili biçimde belirlemesinin ender örneklerinden biri Türkiye. "İç belirsizlikler", Türkiye'nin bir dış politikaya sahip olmasını da engelliyor. O yüzden, dış politikayı eleştirmek veya dış politika tartışmak, kendi başına anlamsız.

Türkiye'dedış politika ile "güvenlik" eş anlamlı olmaktan çıkarılmadıkça, ülke, "iç tehdit" kavramından ve buna endeksli politikalardan sıyrılmadıkça; dış politikası da olamaz, dış politika tartışmanın bir anlamı da.

Herşey gelip "demokratikleşme"ye dayanıyor. Demokratikleşme, 2000'lerin ilk 10 yılında Türkiye açısından "ileri"yi temsil ediyor. Buna karşı direnme, bunu rayından çıkarma girişimleri, statükoyu koruma refleksleri ise, bu anlamda "geri"yi.

"İleri" ile "geri"nin, eski ideolojik kalıpların çok dışında cereyan eden yeni mücadelesi, "ataklar" ve "kontrataklar"a sahne olarak cereyan ediyor. "Metaforlar"la örneklemek gerekirse; Süleyman Demirel'in görev süresini uzatmaya kalkmak "geri" idi. Ahmet Necdet Sezer'i Çankaya'ya "ileri"nin dinamikleri taşıdı. Hükümet eliyle ve "McCarthyist çağrışımlar"la getirilen KHK, "geri"nin "kontratağı" ve Sezer'i ya "test etmek" ya da "teslim almak" amaçlıydı. Sezer sağlam durdu. Bugün, halk katında yüzde 80 oranında destek sahibi olması boşuna değil.

Tam bunun ardından, Kıvrıkoğlu'nun çıkışı, ne yazık ki, yine "geri"nin bir "kontratağı" olarak yansımıştır. Genelkurmay Başkanı'nın böyle bir çıkışı, talihsiz olmakla kalmamaktadır; "şekil" açısından da, "esas" açısından da yanlıştır.

Genelkurmay Başkanı'nın sıfatı ve görev tanımı, bu tür bir açıklama yapmayı engeller. Şekil açısından yanlış buradadır. "Ne var yani, memleketin kendi gördüğü şekliyle en önemli sorunları karşısında görüşlerini açıklayamaz mı" diye sorulabilir. Hayır. Açıklayamaz. Genelkurmay Başkanı, herhangi bir vatandaş değildir; devlet hiyerarşisi içinde yeri vardır ve bu yer "en üst makam" değildir. Kendi üstlerini, kamu önünde bu biçimde eleştiremez.

"Esas" açısından da yanlıştır, çünkü söyledikleri Silahlı Kuvvetler'in çalışma usullerini sivil topluma empoze etmek anlamına geliyor. Yargı denetimi dışında yollar önermiş oluyor. Bunun, "hukukun üstünlüğü" ve "hukuk devleti" kavramlarıyla çeliştiği açıktır ve önerileri Türkiye'nin demokratikleşmesini imkansız hale getirir.

Ayrıca, sunduğu tabloda, Türkiye'nin siyasetiyle, yargısıyla güvenilmez bir yapıda, "şeriat tehdidi" altında ve mevcut hukuk sistemiyle bunun üstesinden gelemez bir ülke olduğu ortaya çıkmış oluyor. Böyle bir tablo, dış dünyaya Türkiye'nin istikrarının "kronik tehdit" altında bulunduğunu anlatacaktır. Müttefikleri dahil, uluslararası sistemde, Türkiye'nin gradosu düşecektir.

Bu, iyi midir? Ayrıca, doğru mudur?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır