Halkımıza müjdeler olsun. Ülkemizde kriz bitmiyor. Kuyuya yeni taşlar atmaya hazırlanıyoruz. Ekim ayında, Meclis Başkanlığı seçimi sırasındaki olası krizleri beklerken, dış dünyayla ilişkilerde yeni krizlere yelken açarken, bir de baktık, bir başka kriz aniden geldi ve de kapıya dayandı. İşte bu krizin ayak sesleri:
Başbakan Ecevit, Hürriyet'ten Sedat Ergin'e, "Çankaya'nın, yani Sezer'in yetkisini kısma sinyali vermiş.."
Nasıl vermiş?
Ergin sormuş: Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini mi sınırlandıracaksınız?
Ecevit cevaplamış: O kadarını şimdiden söylemeyeyim. Cumhurbaşkanı Sezer'in, daha önce yetkilerinin çok olduğuna ilişkin sözleri de var..
Peki hangi yetkiler kısıtlanacak, hangileri kendisinde bırakılacak? Bu konuda bir açıklama yok. Anayasanın, Cumhurbaşkanlığı'nın yetkileri ile ilgili bölümünün sil baştan yeniden ele alınıp düzenlenmesi gerekiyor. Bunu yapmak kolay mı?
Taşı kuyuya atmadan önce, şu saptamayı dikkatinize sunmak isteriz: Dünyada en çok konuşan siyasiler bizim ülkemizde. Başbakan her gün, biri Başbakanlık'a girer, biri de çıkarken merdivenlerin önünde hatta bazen, içerdeki merdivenin basamakları yanında kısa veya uzun basın toplantıları düzenliyor. Günde üç öğün basın toplantısı.. Sonra bu da yetmiyor, bir de gazetecilere telefonla veya yüzyüze özel açıklamalar yapıyor..
Şimdi taşı kuyuya atalım ve bakalım kararname krizinde olduğu gibi, havada ne gibi görüşler uçuşacak?.
Yazar: Cumhurbaşkanı da zaten bunu istiyordu. Bu kadar yetkinin, kendisine fazla olduğunu söylüyordu.
Yorumcu: Ama bunun yapılması intikam kokuyor.. Ecevit yeni mi uyandı?
Yapımcı: Ecevit hep uyanıktır. Ne ekersen onu biçersin...
Sezer yanlısı: Peki tüm yetkileri mi alınacak? Kırmızı ışıkta durmak veya alışveriş yapmak gibi.. vs. vs...
Ecevit yanlısı: Hayır. Asla.. Bu yetkilerini sonuna kadar kullanabilir. Bütün mesele kritik konularda yeni ve ciddi devlet krizi olmaması. vs. vs. ise bakılacak...
Faziletliler: Bırakın bu ayakları.. Demokrasi, hoşgörü.. En büyük başkan, en demokrat başkan bizim başkan.. Erbakan.. Türban..
MHP'liler: Doğru konuşun.. Dervişin fikri neyse zikri de odur.. Sizler yok musunuz sizler, aklınız fikriniz...
Reha Muhtar: Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan orada mısınız? Yoksunuz... Size halk adına soru sormak...
Kurthan Hoca: İyimser insanlara en son tımarhanede rastlamıştım..
Winston Churchill'in ruhu: Savaşlarda gerçekler o kadar kıymetlidir ki, çevrelerinde hep yalanlardan korumalarla dolaşırlar...
Ekim ayına kadar inşallah bundan başka bir kriz çıkmaz ve de bununla idare ederiz. Çünkü biz aynı anda birkaç krizi birden kaldıramayız. Bünyemiz alışık değil. Maazallah birileri düdük çalar. Bir tane esaslı kriz bize yetiyor.
Peki bütün bu gelişmeler çerçevesinde halkımız ne yapacak? Hangi pozisyonu alacak?
Bize sorarsanız, aynen pingpong maçındaki seyirciler gibi kafasını bir o yana bir öteki yana çevirip, topu takip ederek kafasını biraz daha karıştıracak.
Bu sırada yeni bir MGK toplantısı yapılacak. TV kanalları spikerleri, Çankaya'nın dış kapısı önündeki muhabirlerine, canlı yayında "toplantıdaki ayrıntıları" soracak. Muhabir de sanki içerden yeni çıkmış gibi çok ciddi ancak heyecanlı bir sesle anlatacak.. Ekran başında seyredenler de, günde on yedi kere, aynı üç-beş cümle halindeki bu bilgileri dinleyecek.
Yazılı medya ise, Sezer ile Ecevit'i izleyip yorumlayacak.
Birinci gün: Sezer ile Ecevit sadece 45 saniye el sıkışıp, bir dakika kadar konuştular. Hımm.. Demek ki hava gergin..
İkinci gün: El sıkışmaları uzadı. Meydaya da poz verdiler. Ardından iki dakika konuştular. Buzlar eridi. Borsa da artık eşek değil ya yükselir.
Bizim medya bir tarihte Karaoğlan ile Baba'yı, "cenazede bile sırtlarını birbirlerine döndüler" diye eleştirmiş, sonra ikisi el sıkışınca, neredeyse olayı "ulusal bayram ilan etmeye" kalkışmıştı.
Sonra ne mi oldu?
Hiç... Sadece, ya 12 Mart, ya 12 Eylül...
Sayın okurlarımıza eğlenceli haftalar dileriz...