kapat

06.08.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
İLKER SARIER(isarier@sabah.com.tr )


Kiracı ve ev sahibi

Hükümet, kira artışlarına yüzde 25 sınırı getirdi ama pratikte ne böyle bir sınır kaldı, ne de TL ile kiralama ortamı kaldı.

Yüzde 25 ile yetinmek istemeyen ev sahipleri, ki kiraya muhtaç olanlar haklıdır, tamamen dövize döndüler ve ortalama 400 dolar civarındaki kiralar 800 dolara dayandı.

Ben bütün bunları, yüzde 25 sınırlaması getirildiği gün yazdım.

İnsanları, ne evini şu kadardan kiraya vereceksin diye ne de sen de şu evde bu kadar kiraya oturacaksın diye zorlamak mümkün olmadığına göre bu kaosu kökünden halletmenin yollarını aramak gerekiyor.

Yani sonuçta...

Ne ev sahibi, kiracının eline bakmalı, ne de kiracı ev sahibinin iki dudağının ucunda yaşamalıdır.

Gelmiş geçmiş hükümetlerin bu temel meseleyi, ki barınma ihtiyacı insanların en temel ihtiyaçlarındandır, çözememiş olmaları yüzünden, vatandaş, kiracı-ev sahibi çatışması ile ömrünü çürütmekte, adliyelerde sürünmekte, sayısız saygın vatandaş üç kuruş için gırtlak gırtlağa gelmektedir.

Oysa gelişmiş toplumlarda, ev sahibi ile kiracı "hasım" değildir.

Barınma sorunu genelde çözülmüş olduğu için, ne kiracılık ne de ev sahipliği insanları kanser eden bir hadise olmaktan çıkmıştır.

Fakat bizim gibi ülkelerde, kiracı ile ev sahibi, her zaman çıkarları çatışan iki kampa ayrılıyor.

Bunun temel iki nedeni var:

Birisi, milyonlarca kiracının zor hayat şartlarında çektiği ödeme güçlüğüdür.

Diğeri ise, ev sahiplerinin önemli kısmının, aldığı kirayı geçim kaynağı olarak görmesi, ona muhtaç olmasıdır.

Diyebilirsiniz ki, bunları biz de biliyoruz, ne anlatıp duruyorsun?

Ya da "teklifin nedir?"

Teklifim açık:

Bu memleketin topraklarının yüzde 65'i devletin, hazinenin elinde...

Öylece duruyor.

Bu toprakların bir kısmı akılcı, projeli ve planlı bir biçimde, devletin hakemliği altında, neden iskâna açılmıyor?

Neden, bu topraklar büyük müteahhitlere, vatandaşa, olabilecek en düşük maliyet ve en uzun vadeli ödemelerle mesken imal edilmesi yönünde tahsis edilmiyor?

Neden bu memleketin genç aileleri, normal bir çalışma temposu ile 8-10 veya 10-15 yılda, belirli ödemelerle başlarını sokacak bir eve sahip olamıyorlar?

Da, ev sahiplerinin insafına terkediliyorlar?

Öte yandan ev sahipleri neden; zor bela edindikleri bir evin kirasına muhtaç halde yaşıyorlar?

Belki de hiç istemeden; kiracılarının karşısında sürekli dilenci durumuna düşürülüyorlar?

Bu meseleyi çözecek bir hükümet, bence yüzyılın hükümeti olabilirdi...

Ama nerede o basiret, nerede o reformculuk!

Yetenek
İngiltere'nin uyuşturucu işi tamamiyle Türk mafyasının eline geçmiş... Bu branşta yetenekliyiz demek!..

Pas
Duygu Asena dayağa karşı kişisel mücadelesinde "Pas" demiş... Tamamen haklı benden de pas!

Hastane
Tedavi fiyatları bir ayda yüzde 10 arttı. İsmi üstünde, insanları hasta eden yere hastane denilmez mi?

Akıllı kimlik
Her vatandaşa akıllı kimlik geliyor... Tıpkı şimdi kullandığımız kredi kartlarına benzeyen elektronik kimlikte, vatandaşlık numarası, vergi numarası, sabıka kaydı, parmak izi vesaire bulunacakmış... Ben şunu merak ediyorum:

Türkiye'de halihazırda hiç sayılmamış, nüfus kağıdını hayatında görmemiş, köy, mahalle ve mezralara da akıllı kimlik verilecek mi, yoksa verilmeyecek mi?

Uçan otomobil
NASA'ya bakarsanız, 20 yıl sonra her evin önünde uçan bir otomobil bulunabilecekmiş... Karayollarında tokuştuğumuz yetmezmiş gibi bir de havada tokuşacağız... Ama asıl önemli olan uçan otomobili kimlerin alacağı: Hayali ihracatçılar, kaçakçılar, vurguncular, tetikçiler, teröristler, uçan otomobili alıp yapacaklarını yaptıktan sonra uçup gidecekler... Ben böyle teknoloji istemiyorum...

Rüşvete kesin çözüm
Rüşvetin ruhumuzu ve ahlakımızı nasıl çürüttüğü malum... Ama o mereti kullanmadan da hiçbir kapı açılmıyor.

İzmir Emniyet Müdürlüğü'nün bulduğu çözümü dün yazmıştım, vatandaş gülmekten kırılmış, teklif edilen rüşvetin iki mislini ödül olarak verme icadına...

Bazı vatandaşlardan da, rüşvete çözüm hususunda ilginç bir teklif geldi...

Rüşvet alanı da, vereni de Taksim'de sallandıralım diyenleri bir kenara bırakıyorum, çünkü o çözüm biraz vahşi kaçıyor, bizim demokratlığımıza da pek sığmıyor.

İlginç çözüm önerisi şu:

Rüşvet veren suçlanmasın!..

Ki, rüşveti verdikten sonra ihbarda bulunabilsin...

- Hakim Bey, ben filanca şahsa, şu kadar rüşvet verdim. Şurada verdim, buna karşılık şu işi yaptırdım!..

Takip, mahkeme derken rüşveti alan içeri... Rüşvet de hazineye...

Okurların bu önerisi benim aklıma yattı... Sıkıysa o şartlarda rüşvet istesinler de görelim...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır