kapat

23.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Limasollu
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Yuva yıkmak suç mu?

Fransa'da Yargıtay "yuvasını yıkan kadını" mahkemeye vererek bir Fransız kadını, "eski eşiyle sevgilisine zarar vermeye çalıştığı" için cezaya çarptırmış. Bu kararıyla Yargıtay, evli birini "baştan çıkarmanın" yani yuva yıkmanın suç olmadığını bir kez daha teyit etmiş.

Ama iş ceza yasalarıyla bitmiyor tabii. Yuva yıkmak, hukuken suç sayılmasa da, ahlaken suçların en büyüğü gibi görülmeye devam ediyor. Bu o kadar yaygın bir ahlaki kanaat ki, cinsel ilişkiler konusunda en liberal olanlarımızın bile "yuva yıkan kadın" damgası yemekten ödü kopuyor. Kim, ne zaman böyle bir suçlamayla karşılaşsa, "aslında sözkonusu evliliğin aşkları başlamadan bittiğini" ispatlamak için göbeği çatlıyor. Birçok kadın, "hafif" ya da "çapkın" biri olarak tanınmayı göze alıyor da, yuva yıkan kadın olmayı göze alamıyor. Magazin basından tanıdığımız en hızlı isimler bile yuva yıkmak söz konusu olduğunda birdenbire ahlak kumkuması kesilip böyle birşeyi asla yapmayacaklarına dair teminat üstüne teminat veriyorlar.

Peki dünyamız her alanda korumacılıktan uzaklaşıp liberalleştirken yuva yıkan kadını "lanetli bir suçlu" haline getiren bu ahlakın dibinde ne yatıyor?

"Yuva yıkanın yuvası yıkılır" lafı, ilk bakışta bir batıl itikata ya da ilahi adalet inancına dayanır gibi görünse de aslıda üstü kapalı bir tehditle, çok geniş bir toplumsal konsensüsü hatırlatıyor: Evliliğe saygı adı altında yürüyüp giden bu sessiz anlaşma sayesinde çiftler ömür boyu çetin bir rekabet içinde yaşamanın yoruculuğundan kurtulmuş oluyorlar. Flört ya da nişanlılık döneminde, yani henüz rakipler etrafta dolaşırken çektikleri stresi bütün bir evlilik süresince yaşamak çoğu insana kabus gibi geliyor çünkü. Ama sonuçta ne oluyor? Koruma altına alınmak pek bir işe yaramıyor.

Dıştan bakıldığında kapısı bacası yerinde, ocağı tüten bütün o yuvaların içi gerçek bir mezbeleliğe dönüşüyor. Sadece dışı korunmaya alınmış üçüncü derece tarihi eserler gibi içten içe çürüyor.

Bu yüzden de ben, "bırakınız yıkılsınlar" diyorum. Korumacılığa karşı olan o serbest rekabetin her zaman kalite getirdiğine inanan bir kişi olarak, evlilik kurumunun da yuva yıkma suçlamasıyla özel koruma altına alınmasını zararlı buluyorum.

Bence yuva yıkmanın ahlaken suç olmaktan çıkması, milyonlarca ilişkiye yeni bir dinamizm getirecektir. Yuvanın dokunulmazlığı yüzünden eşlerini çantada keklik gören ve ilişkilerine emek vermeye üşenen çiftler kendilerine şöyle bir çeki düzen verecektir.

İnsanlar serbestçe evli çiftlerin yuvalarına karşı aşk saldırıları başlatabilmeli ve serbest rekabet şartlarında yarışabilmeli, kimse de bunu tapulu araziye tecavüz gibi görmemelidir.

Bu yarışa dayanamayan çürük yuvalar elbette yıkılacaktır.

Ama bunda üzücü olan ne? O mezbeleliklerde ömür tüketen evlilik mahkumlarını müebbede mahkum etmek daha mı iyi?

***

Günlerdir bir yanım güler oynarken bir yanım için için yanıyor. Günlük yazılarımı yazar, denize girerken, gün batımında balkonda çay içerken ya da sokaklarda öylesine yürürken, yani gayet keyifli ve hafif bir hayat yaşarken birdenbire saplanıyor o acı: Defne şimdi kimbilir ne haldedir!

Sancı aniden geliyor ama kısa sürüyor. Sokakların ışıltısı, gidilecek bir yer, yapılacak bir iş, kısacası sürüp giden hayat kısa sürede galebe çalıyor.

Benimki geçiyor. Ama Defne'ninki geçmiyor. Şu anda Amerika'da kanser tedavisi gören o güzelim kızla, Deniz'le hiç tanışmadım ve onun Defne'nin kızı olduğunu da çok geç öğrendim. Öğrendiğim anda da Defne'nin o kocaman, tertemiz, baktığı insanın ruhunu temizleyen gözleri geldi gözümün önüne. Kimbilir şimdi o gözlerde ne büyük bir acı ve korku vardır.

Ona ve kızına ulaşmayı denedim, ulaşamadım. İnternet sitelerine gönderilen destek mesajları da bana göre değil. Hiç değilse onlara bu sütundan seslenmek ve söylemek istedim ki, lütfen paniğe kapılmayın. Kanser sözcüğünün ölümle özdeşleştiği günler artık geride kaldı. Eğer bazılarımız hâlâ öyle algılıyorsa, bu geri kafalılığımızdandır.

Sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, acılar ise paylaşıldıkça azalır, derler ya... Eğer bu doğruysa bilin ki Sevgili Deniz, Defne ve Alev, ben o acının epey yüklüce bir bölümünü koparıp kendi yüreğime aldım. Sık sık gelen kalp sancılarımın size bir faydası dokunduğunu bilsem, daha da çoğunu severek yaşarım.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır