Hazcı bir toplum olduk
"Her şey mübahtır" diyen gençler, çalışmaktan değil, mümkün olduğunca hayatın keyfini çıkartmaktan yana
Üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırma; 1980'den sonra serbest piyasa ekonomisinin, çok kanallı televizyonun, köşeyi dönmenin, bireyselleşmenin ve tüketimin yüceltildiği bir ortamda sosyalleşen ilk kuşağı oluşturan bugünün gençlerinin, "çok çalışmak"tan daha çok "hayatın tadına bak" diyen bir anlayışı kabullendiğini ortaya çıkardı.
Örneğin "Çalışmak hayatta her şeyden önce gelir" diyenlerin oranı yüzde 17.6 iken, "İnsan mümkün olduğunca hayatın keyfini çıkarmalı" diyenlerin oranı yüzde 82.4.
Günün birinde medeni bir ülke olabileceğimiz hayalimi öldürmüş ve cesedi zihnimin derinliklerine gömmüş bulunuyorum. Vatanın ve milletin başı sağ olsun!
Fırından henüz çıkmış çıtır ekmekler gibi taptaze bir bilimsel çalışma yüzünden oldu bu. Uludağ Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Veysel Bozkurt'un "Püritanizmden Hedonizme Yeni Çalışma Etiği" adlı kapsamlı araştırmasını okuyunca, Atatürk'ün bütün bir öğrenim hayatımızda beynimize kazınan "muasır medeniyet seviyesi"ne ulaşma hedefinin artık sonsuza dek ufuk çizgimizden uzaklaştığını düşündüm. Çünkü Bozkurt'un elde ettiği verilere göre Türk gençleri, "çok çalışmaları" direktifiyle kendilerine emanet edilen bu hedefle ilgilenmiyorlardı. Onlar daha çok eğlenmek, gününü günü etmek istiyorlardı.
Bilimsel bir tespitin uyandırdığı bu "treni kaçırmışlık" hissi tamamen bana ait. Bozkurt'un bugünlerde kitaba dönüşmek üzere olan araştırmasında böyle bir cümle yok tabii. Ama siz olsanız, üniversite öğrencileri arasında "Çalışma, hayatta her şeyden önemlidir" görüşüne katılanların oranının sadece yüzde 17.6 olduğunu öğrenince Atatürk'ün "Gençler sizden tek bir şey istiyorum: Çalışmak" sözünü hatırlar ve aynı hislere kapılmaz mıydınız?
Tabii bende uyanan başka hisler de var ama şimdi bunları bir kenara koyuyorum ve Uludağ Üniversitesi öğrencilerinin tutumlarından hareketle Türkiye'deki çalışma etiğini sorgulamak amacıyla yapılan araştırmanın detaylarına geçiyorum:
Doç. Dr. Bozkurt, 1980'lerden itibaren "köşe dönmek" deyimiyle popülerleşen ve önce kendini düşünmeyi önemseyen, vatan/millet de dahil hiçbir şey için fedakarlığı umursamayan "yeni yaşam biçimi"nin, 20 yaş gençlerindeki izdüşümlerini ortaya çıkarmış.
1980'lerde doğan ve bugün Uludağ Üniversitesi'nin dört fakültesinde okuyan 500 öğrenci üzerinde yapılan araştırma, son 20 yılda ortaya çıkan kültürel değişmenin yönünü "açık ve seçik" olarak ortaya koyuyor. Dışa açılmanın, serbest piyasa ekonomisinin, tüketimin ve pragmatizmin yüceltildiği 80 sonrası ilk sosyalleşen kuşağı temsil eden bu 500 kişiye, 49 soru yöneltilmiş. Hedonist (Yaşamda en çok hazza önem veren) ve Narsisist (Kendine hayran, önce ben diyen) bir gençlik tablosu ortaya çıkmış.
İşte, İktisadi ve İdari Bilimler, Mühendislik ve Mimarlık, Tıp ve İlahiyat fakültelerinde okuyan öğrencilerin, çalışmanın penceresinden yaşamı nasıl algıladıklarını ve dolayısıyla "iktidara" geldiklerinde yaşamı nasıl dönüştüreceklerini ortaya koyan çarpıcı sonuçlar:
* "Çalışmak hayatta her şeyden önemlidir" görüşüne katılanların oranı yüzde 17.6. Öğrencilerin yüzde 74,2'si bu fikre karşı çıkıyor.
* Başarısızlığı, yüzde 66.4 oranında tembellik dışı faktörlere bağlıyorlar.
* "Diğer koşulların aynı olması halinde sorumluluğu yüksek olan işi seçerdim" diyenler yüzde 35.8, "seçmezdim" diyenler yüzde 46,2.
* Öğrencilerin yüzde 50'si, "İnsanın çok çalışarak değil, kurnazlıkla aklını kullanarak zengin olabileceği"ni düşünüyor. Bu görüşe katılmayanların oranı ise yüzde 34.4.
* "Kolay yoldan köşeyi dönmek iyidir" görüşüne katılanlar alt gelir gruplarında yüzde 25,4, üst gelir guruplarında 42,86.
* "İnsan önce kendini düşünmeli" diyenler, yüzde 44.4 oranında.
* "Mutlak doğru ya da mutlak yanlış yoktur" (Her şey mübahtır) görüşünü savunanların oranı yüzde 64,4.
* "İnsanın mümkün olduğunca hayatın keyfini çıkartması gerektiği"ni düşünenlerin oranı yüzde 82,4.
* Yüzde 73.14'ü "İnsanın içinden geldiği gibi yaşaması"na inanıyor.
* "Gelecek için bugünün keyfi kaçırılmamalı" görüşüne katılanlar, yüzde 40,8 oranında.
* "Siyaset beni ilgilendirmiyor" diyenlerin oranı yüzde 35,4.
* Siyasete ilginin en düşük olduğu grubu, mühendislik fakültesi öğrencileri oluşturuyor (yüzde 47,43).
* Yüzde 72'si "Türkiye'de çok çalışan değil, dayısı olan kazanıyor" görüşünü savunuyor.
* Yüzde 75,6'sı gençlerin kolay yoldan not ve para peşinde olduklarını düşünüyor. Yaşıtlarının sorumluluk sahibi olmadığını düşünenler ise yüzde 67,8.
* Yüzde 72'si "Kurnazlık günümüzde çok çalışmadan daha takdir görüyor" diyor.
* Yüzde 69,9'una göre insanlar arasında samimiyet ve sadakat yok.
* Yüzde 60,8'i "Türkiye'de çalışanın değil, çalanın kazandığı" görüşünde.
* Yüzde 68,8'i öğrenciler arasında dayanışmanın çok zayıf olduğuna inanıyor.
VAHİM DURUM
Giderek hakimiyetini daha çok artıran tüketim toplumu, hedonist/narsisist bir yaşam biçimini bütün dünyada pompalarken, anlık tatmin arayışları ön plana çıkar. Toplumsal bağlar ve sorumluluk duygusu zayıflarken, bencil bir kişilik tipi doğarken, çilecilik, çalışkanlık, basiret ve tutumluluk kavramlarının tam tersleri moda olurken, mutlak doğru ve mutlak yanlış anlayışları terk edilirken, arzulara sınır tanınmazken, suçluluk duygusu ortadan kaybolurken, cinsellikte her şeye açık olunurken, hayatta her şey çalışmak değil diye düşünülürken, çalışmak bağımsızlığı engellememeli denirken tabii ki Türkiye, dünyanın bu dönüşümünden bağımsız kalamazdı. Ama unutmamak lazım ki bu yeni haz trendi, endüstri devrimini tamamlamamış, yeterince üretmeyi hala öğrenememiş, demokrasinin hiçbir kurumunu tam anlamıyla içselleştirememiş, adil gelir dağılımını gerçekleştirememiş bir toplum için çok ama çok vahim bir durum. Çalışmayı 1923'ten beri öğrenemeden, çalışma isteğini tümden yitirmeyi, eğlenmeyi üretmeye tercih etmeyi, alın terini tembelliğe satmayı siz nasıl adlandırırdınız? Ben diyorum ki: Tren kaçtı.
İdamı tartışmadan bir de Amerika gerçeğine bakın
Amerika'daki kamuoyu yoklamaları, halkın, yüzde 70-80 oranında ölüm cezasını desteklediğini ortaya koyuyor
* Türkiye'de idam cezasının kaldırılmasına ilişkin görüşler yeterince tartışılmadığı için bir türlü olgunlaşamıyor. Hükümet yeni yasama döneminde konuyu aniden Meclis'e getirse bile kamuoyunda konunun bütün boyutları soğukkanlı bir şekilde ortaya konulmamış olacağından sonuç, herkesi huzursuz etmeye devam edecek.
* Japonya'nın dışında ölüm cezasının yürürlükte olduğu tek gelişmiş ülke olan Amerika'dan bazı idam verileri aktararak, payıma düşen sorumluluğu yerine getirmek istedim. En azından, idamda Amerika gerçeğinin farkına varmanın, kendi idam gerçeğimizi ararken yararı olur diye düşündüm:
* Amerika, geniş topraklara sahip olması, silaha sahip olabilme kolaylığı, silah satışlarının şiddete yönelik suçların artmasındaki etkisi gibi pek çok nedenlerle dünyanın diğer kesimlerinden farklı olarak ölüm cezası hususunda kendine özgü bir tavır edindi. North Dakota, Minnesota, Iowa, Michigan, Wisconsin, Hawai, West Virginia, Vermont, Maine, Massachusetts, Rhode Island, Alaska eyaletlerinin dışında bütün ayeletlerde değişik biçimlerde bu ceza uygulanıyor. Bütün kamuoyu yoklamaları, Amerikan halkının ölüm cezasını yüzde 70-80 oranında desteklediğini gösteriyor.
* Amerika, suç işlendiğinde 18 yaşından küçük olan ve bilahare ölüm cezasına çarptırılan gençleri infaz eden bir ülke. Diğer ülkeler İran, Nijerya, Pakistan, Suudi Arabistan ve Yemen. Bu nedenle Amerika, BM çocuk hakları sözleşmesine de taraf değil. BM İnsan Hakları Komisyonu'nun "Ölüm cezasının bütün dünyada durdurulması" yönündeki çağrısına karşı çıkan ülkelerin başını Amerika çekiyor.
*Amerika, 1999 yılında en fazla idam cezası uygulanan dünyanın beşinci ülkesi. İlk dört ülke Çin, İran, Suudi Arabistan ve Kongo.
Amerika'da 1930'da 155 kişi, 1942'de 147 kişi, 1957'de 65 kişi, 1984'de 21 kişi, 1997'de 74 kişi ve 1999'da 98 kişi idam edilmiş.
* Bill Clinton, 1992'de başkanlık seçim kampanyasında iken, ölüm cezasına çarptırılan birisinin akli dengesi bozuk olmasına rağmen infazını onayladı. Bu durumun seçilmesine katkıda bulunduğu ve ayrıca demokratların suça karşı sert bir tavır alabileceklerine kanıt gösterildi.
* İllionis eyaletinde, bir cumhuriyetçi olan Vali George Ryan, ölüm cezasının geçerli olduğu 38 eyalet arasında ilk olarak ölüm cezasının infazı uygulamalarına moratoryum ilan etti yani durdurdu. Masum insanların haksız yere suçlandığını, suçlananların yeterli hukuki temsilden yoksun olduklarını, polis ve savcının soruşturma yöntemlerinin doğru olmadığını, ırksal önyargıların bulunduğunu, DNA testlerinin yapılmadığını, haberleriyle ortaya koyan Chicago Tribune'nun araştırmacı gazeteciliği ile Northwestern Üniversitesi gazetecilik bölümü öğrencilerinin akademik çalışmalarının bunda büyük rolü oldu (Darısı Türk gazetecilerinin başına).
* Ölüm cezası, Amerika'da 1968-76 arasında Yüksek Mahkeme'nin kararıyla durduruldu. Tekrar uygulanmaya başladığından beri 600'ü aşkın kişi idam edildi. Bu dönemde 21 eyaletten 81 kişi masum bulunarak ölüm cezasından geri dönüldü. Ne yerel, ne federal seviyede ölüm cezasının yanlış uygulamalarına karşı yeterli garanti olmaması sebebiyle sivil toplum kuruluşlarının Başkan Clinton'un, İllinois Valisi örneğini takip ederek federal bir moratoryum ilan edilmesi çabaları sonuçsuz kaldı.
* Eleştirilen hususlardan biri, ölüm cezasının özellikle azınlıklar (Siyahlar, Hispanic'ler vb) ile kaliteli avukat tutmaya parası yetmeyen (Amerika'da yargı süreci uzun ve çok pahalı) yoksul insanlara karşı ayrımcılık suretiyle uygulandığı.
* Clinton döneminde Adalet Bakanlığı tarafından onaylanan 175 ölüm cezasından 3/4'ü azınlık mahkumlara ait. Yine savcıların yüzde 98'inin beyaz olduğu ve beyazlar mağdur olduğunda, siyahlara nazaran daha fazla ölüm cezası talep ettikleri belirlenmiş.
* Geçen ay New York'ta bulunan Kolombia Üniversitesi'nde açıklanan bir çalışmada, ölüm cezalarının temyiz edildiğinde 2/3'sinden geri dönüldüğü vurgulandı. Gerekçe de, yetersiz savunma ve yanlış soruşturma.
Gençlerin aynasında aslında bizler varız
Özetle gençler ne kendilerine ne de topluma güveniyorlar. Tabii güvenme ve çalışma olmayınca öğünecek bir değer de olmuyor. E nerede kaldı Atatürk'ün "Türk, öğün çalış, güven" direktifi? Tabii araştırma, bu sonuçlardan ibaret değil. Çok kısa bir özet verdim. Tamamını herkesin, özellikle narsisistik ve hedonistik kültürü kışkırtan ve yaygınlaştıran medyanın mutlaka okuması ve verilen alarm sinyallerini dikkate alması lazım. Çünkü gençlerin aynasında aslında bizler varız, Türk toplumunun gerçek yüzü var. Ben bu araştırmadan, çalışma etiği açısından yeni trendleri de öğrenme fırsatı yakaladım:
* Rejimi ne olursa olsun modern dünyanın tümünde çalışmayı yücelten, bir ibadete dönüştüren püritan bir kültür yaratma çabasının sonuna gelindi. Çalışma disiplinini bir zorunluluk haline getiren endüstri devriminden sonra, "Hayatın tadına bak" diyen haz ağırlıklı yeni bir anlayış ortaya çıktı. Bu post modern dönüşüm sürecinde, "çalışma toplumu"ndan "boş zaman toplumu"na doğru gidildiğine dair yaygın bir inanç var. "Makinenin" yerini faydasız şeyler aldı. Haz için bile kendini yormaktan kaçınan "rahatlık ilkesi"nin önderlik ettiği tüketici tipi ortaya çıktı.
* Kendi işini yapanlarla evde çalışanlar, endüstriyel toplumlarda görülmedik düzeyde arttı. Ücretli çalışanların azalması yeni bir etiğin doğmasına neden oldu.
* İşgücüne duyulacak ihtiyaç giderek azalıyor. 2000'lerde şimdiki işgücünün ancak beşte biri iş bulabilecek. Çalışanların yarıdan fazlası ücret almayacak, ücretliler ne tam zamanlı çalışacak, ne de bir işletmeye sınırlı sözleşme ile bağlı olacak. İnsanlar hem birçok şirketin ortağı hem de kendi işvereni olacak.
* Boş zaman etkinlikleri artacak. Gönüllü çalışmaya dayanan üçüncü sektör büyüyecek.
* Zeka endüstri toplumunu temsil ediyordu. Post modern toplumları ise yaratıcı zihin temsil edecek.
Pazar alışkanlıkları
Pazar günüm tenisle geçer
Pazar kahvaltıları, bizim ailecek bir araya gelebildiğimiz tek zaman dilimi. Geçirdiğimiz haftanın kritiğini yapar, sonraki haftaya hazırlanırız. Ben ve eşim, çocuklardan siparişlerini alırız. Anne baba olarak bize düşen görevleri üstleniriz.
Pazarların benim için esas anlamını ise tenis belirler. Ankara'daki bütün tenis kulüplerine üyeyim. Bu hastalık gibi bir şey. Bütün kortlara üyeyim. Çünkü Ankara'da tenis kortu sayısı çok az, boş bir kort bulabilme imkanı maalesef düşük.
Her pazar 12.00-14.00 arasında iki seans yaparım. Tenis grubum değişmez. Mesela bizim grupta Işın Çelebi var ki o koca gövdesinden beklenmeyen bir atiklikle hakikaten çok güzel oynar. Tenis sonrası hafif bir yemek var. Saat 16.00 ile 18.00 arası yine tenis. Genellikle tekli maçlar şeklinde oynuyorum. Yenilirsem çok şiddetli depresyona girerim. Yenilmemek için de her türlü numarayı yaparım.