Komünist Parti'miz de kuruldu.
Büyük bir "boşluk" vardı, sevgili proleteryaya hayırlı uğurlu olsun...
Artık hiçbir Avrupalı da çıkıp, "Bir komünist partiniz bile yok, bu ne biçim demokrasi?" diyemez...
Bu bakımdan, partiyi kuran insanların ülkeye büyük bir "hizmet" yaptığı tartışma götürmez.
Yalnız bir komünist partisinin topluma hangi hizmeti sunacağı tartışmalıdır.
Çünkü komünizm, teorik ve pratik olarak sabıkalıdır!..
Türkiye'ye geçmişte, komünist ve ihtilalci oluşumların "nasıl hizmet ettikleri" de açıkça görülmüştür.
Misâl vereyim.
25 yıl önce üniversite devrimcileri, basit bir "diyalektik tartışması" yüzünden gırtlak gırtlağa geliyorlardı.
Bir grup "şehirden kıra devrimi" savunurken, öteki grup "kırdan şehire devrim" tezini öne sürüyordu.
Hiçbiri farkında değildi ki, Türkiye'de henüz şehir diye bir şey yoktu...
Türkiye topyekun "kır"dı... Proleterya ise, akşamları kahvede okey oynayıp bira içerken, pırıl pırıl gençler, proletarya yüzünden polisten eşek sudan gelinceye kadar sopa yiyordu.
Hiç sanmıyorum ya, yeni Komünist Parti'miz Türkiye meselelerini "tartışırken", modern ortak kavramlar zeminine oturabilmiş olsun...
Çünkü Türkiye düşün dünyası bile henüz, ortak kavramlar zeminini oluşturabilmiş değil...
Bir örnek vereyim:
Ekonomi "bilginlerimiz", gazetelerde, gelir dağılımı konusunu tartışıyorlar.
Yerlerde sürünen kişi başına 3 bin dolarlık milli gelir, fertler arasında nasıl adaletli bir biçimde paylaşılacak diye kafa patlatıyorlar.
Kimisi, 20 bin dolar kazanandan alıp, 300 dolar kazanana verelim, vaziyeti eşitleyelim diye "gizliden gizliye komünizmi" öneriyor...
Kimisi de, "olur mu böyle adaletsizlik" diyor.
Allah'tan, temel kavramlarda kafası son derece açık olan Güngör Uras devreye giriyor da, abuk bir tartışmanın mantıklı bir zemine oturmasına fırsat yaratıyor.
Tartışılmaz kavram şudur:
Gelir dağılımın daha adaletli hale gelmesi, herkesin üretime katılması, ülke çapında yüksek üretimin gerçekleştirilmesi ve de paylaşım adaletinin "hukuklaştırılması" ile mümkündür.
Dönelim Komünist Partisi'ne...
Ortak kavramlarla tartışacaksa hoş geldi, sefa geldi...
Fakat henüz "diyalektik" meselesini bile halledememişse, cümbüş var demektir...
Karşı olanlar, "karşıdaki aracın, gelip gelmediğini belirtmesi açısından farların yakılması yararlı" diyorlar.
Bunda elbette doğruluk payı var...
Gündüz far yakmanın, olası kazaları "binde bilmemkaç" nispetinde azaltacağı görüşü de kabul edilebilir.
Ama karşı görüşte olanların cevaplayamadığı sorular hâlâ ortada duruyor:
1- Farını yakan "daha kolay farkediliyorsa", herkes far yaktığı zaman "farkı" nasıl fark edeceğiz?
2- Ambulansı yetersiz ülkemizde, yaralılar, doğum yapan, can çekişenler hastaneye yetiştirilirken, far yakmak bir öncelik yaratıyordu. Herkes yakarsa bu öncelik ortadan kalkmayacak mı?
3- Trafikte, kazadan uzak durmak esas olarak "dikkat"e dayanır. Dikkat yeterli değilse, far yakılsa ne olur, yakılmasa ne olur?
Şimdi Emniyet Genel Müdürlüğü'ne soralım:
Türkiye'de kazalar, "dikkat yetersizliğinden" mi meydana gelmektedir yoksa farların yakılmamasından mı?
Elbet farların yakılması, dikkat ile de ilişkilidir. Ama öğrenmek istiyorum:
Hep birlikte farları yakmaya başlasaydık, kazalar sahiden azalır mıydı?.. Kuşkuluyum.
Far yakmanın vaziyeti düzelteceğine inanmıyorum. Ama bilinçli ve dikkatli sürücüler gibi davrandığımızda, vaziyetin derhal düzeleceğine inanıyorum...