Dört dörtlük hukukçularımızdan değerli dostum Prof. Dr. Ahmet Mumcu, 9 Mayıs günü Diyarbakır'da, "Hukukun üstünlüğü" konusunda kısa bir konuşma yapmış.
Türkiye'deki hukuk bilincinden yoksunluğun, ortak kahırdaşı ve yakınmacısı olduğumuz için, lütfedip bana da göndermiş konuşmasının metnini..
Sevgili Mumcu, mevcut Anayasa'nın, Türk devletinin başlıca niteliklerini saptarken, onun "bir hukuk devleti" olduğunu da belirtmişliği üstünde duruyor önce...
Ama Prof. Dr. Ahmet Mumcu'nun ışıklandırdığı asıl soru şu:
"Hukuk nedir?"
Ve şöyle bir açıklama getiriyor kendisi:
"Biz Türkler, açıkça söylemek gerekirse, bu soruya yanıt verecek düşünceler üretemedik. Hukuk Devrimimiz'in; istenilen, özlenen düzeye çıkamaması; hak ve özgürlük kavramlarının Türk toplumuna bir türlü tam olarak yerleşememesindeki asıl neden; Türk toplumunda hukukun niteliği üzerinde hiçbir düşünce üretiminin yapılmamasıdır.
... Batı'dan yasaları aldık ama hukuku alamadık.
... Yasa/kanun bir buyruktur. Hukuk düşüncesi ise, o buyruğun akla ve bilime uygun olup olmadığını tartan ayrı bir sistemdir zihinde. İşte bu "tartmak ve ölçmek" özelliği ne yazıktır ki, bizde gelişmedi."
Yine dört dörtlük hukukçularımızdan Yargıtay Başkanı Doçent. Dr. Sami Selçuk, hukuk konusunda bir sohbet konuşması yapmak için beni Yargıtay'a davet ettiği zaman; ben de becerebildiğim kadarıyla "Hukuk nedir", "Hukuk bilgisi nedir", "Hukuk bilinci nedir", "Adalet duygusu nedir" türünden, hukukla ilgili soyut kavramlar üstünde durmaya çalışmıştım...
Bana göre Hukuk, "Tüm insanlığın ortak huzurunu güvence altında tutmaya dönük evrensel bir ilkeler matematiği" idi...
Örneğin Ceza Hukuku'nda, bir suçluyu cezalandırmaktan amaç, insanlığın ortak huzurunu güvence altında tutmak ve suçluların yaratacağı huzursuzluğu engellemekti.
Şayet suçluyu bulmak için, kuşkulanılan kişiler işkenceden geçiriliyorsa; böyle bir yöntemin toplumda ve tüm insanlık ortamında yaratacağı huzursuzluk; en azından "suç ve suçlunun" yarattığı huzursuzlukla eşit olurdu.
Öyleyse hukukun evrensel ilkelerinden biri, suçluyu bulmak için insanlığın ortak huzurunu bozacak yöntemlere; örneğin uluorta gözaltılara ve işkencelere başvurulmamasıydı...
Çünkü o zaman kolluk güçleri, suçlulardan daha çok bozar hale geliyordu ortak huzuru... Ve "insanlığın ortak huzurunun güvence altında tutulması amacı" kayboluyordu. Yani "Hukuk" kayboluyordu.
Prof. Dr. Mumcu'nun da altını çizdiği gibi Türkiye'de "Hukuk nedir?" sorusunun yanıtı berraklaştırılmamış, "Hukuk bilinci" gelişmemişti...
Bize göre bunun nedeni, toplumun büyük oranda Padişahlık döneminden kalma, "kulluk" koşullanmasından arınamamış olmasıydı.
Böyle olunca da, "Hukukun üstünlüğü" kavramı anlamsız kalıyordu. Ve hukukun evrensel ilkeleriyle, örneğin "yasa maddelerinin herkese eşit uygulanacağı" ilkesiyle dahi bağdaşmayan yasa maddeleri, -örneğin T.C.K; 160. madde- yürürlükten kalkmıyordu.
Türkiye'nin bir yasa devleti olsa dahi, bir hukuk devleti olmadığı çıkıyordu ortaya...
Sevgili Ahmet Mumcu, benim de hocam olan gerçekten "büyük hukukcu" Ernest Hirsch'in, "kanun" ile "hukuk" arasındaki farkı nasıl netleştirdiğini şöyle açıklıyordu konuşmasında:
"Hukuk, kanunu uygulamak için yargıca yol gösterecektir. Yargıç, kanunun gösterdiği yolda tökezlerse; kanunu değil, hukuku uygulayacaktır."
Keşke mümkün olsaydı da, daha çok durabilseydik hukuk konuları üstünde...
Ne yapmalı ki, hukuk dili yaygın olmayan bir dil, kamuoyunda.. "Hukuk bilinci" gelişmediği için böyle bu... "Hukuk bilinci" de, anadilinin yazılı boyutuyla pek ilgilenmeyen mesleksiz yığınlarda gelişmez...
"Adalet duygusu" ise kulluk koşullanmasından kurtulamamış yığınlarda, çok sakat bir tahtaravallinin üstünde durur. Kullar, "urun kellesini" diye bağırarak, efendilerini eleştirmeye kalkanların üstüne dahi yürüyebilirler, linç etmek için ve göze girmek için...