En güzel ve en kötü şeyler..
Akşam yemeğinde aile masa başında toplanınca, en küçükten başlayarak herkes sıra ile o gün başlarına gelen en güzel ve en kötü şeyleri anlatmaya başlıyor.. Fevkalade hoş bir sohbet doğuyor.. Aile bireyleri diğerlerinin keyiflerini ve üzüntülerini paylaşıyorlar.. Sımsıcak bir hava oluşuyor.. Buluşa bayıldım.. Bayıldım..
İkimizin Hikayesi filminde bu sahne..
Ve İkimizin Hikayesi, geçen hafta boyunca başıma gelen en güzel şey..
Özcan'ın terasında aşağıdaki havuza ve havuz kenarında güneşlenen güzellere bakarak bir öğle yemeği yedik.. Özcan'ın terası dediğim, bizim Alkent içindeki Daily News Restoran.. Yazın terasta.. Gündüz havuzu, gece mehtabı izleyerek yemek harika oluyor.. Yeni menülerinde Pavlova diye birşey var.. Yani balede Pavlova neyse, dessertde de, bu o.. Beze üzerine krema, dondurma ve aklınıza gelen her çeşit çilek, böğürtlen türü.. Bir porsiyonunu dört kişi yer..
Sıcağı Pavlova da kesmeyince Özcan "Sinema" dedi.. Salon nasıl, ama nasıl serin.. İlaç gibi geldi ve sonra film başladı..
Bu nasıl bir güzelliktir anlatamam..
Deliler gibi severek evlenmişler.. Sorunlar başlamış, kopma noktasına gelmişler..
Böyle bir milyon film izlediniz değil mi?..
Hayır, böylesini izlemediniz.. Harika bir senaryo.. İki dakikada bir benim "Sevdiğim laflar"a yazılacak laflar.. Bruce Willis ve Michelle Pfeiffer nasıl şirin, nasıl başarılı oynuyorlar..
Ama bakın birşey itiraf edeyim.. Filmin beni bu kadar fazla etkilemesinin bir sebebi, nerdeyse yüzde 90'ını birebir yaşamam olabilir..
İkimizin Hikayesi, çok rahatlıkla Holly ile benim hikayem de olabilirdi, senaryoyu ben kaleme alsaydım..
Dünyanın neresine giderseniz gidin sorunlar hep ayni demek..
Sadece bu sebeble, hemen tüm evli çiftlerin bu filmi izlemelerinde yarar var.. Filmin nerde, nasıl kopmaya başladığını görmeleri için..
Belki o zaman, en önemli şeyin olaylara birbirlerinin gözü ile bakmaya çalışmak olduğunu fark edebilirler..
Olaya başkasının gözü ile bakmak, imkansız derecede zor.. Çünkü "O" olmanız imkansız olunca, onun gözlerine sahip olmanız da mümkün değil..
Hayatımızın en büyük yanılgısıdır, başkalarını değerlendirirken "Ben olsaydım" diye yargıya başlamak.. Olamazsınız ki.. Onun koşulları, onun yaşamı, yetişmesi, bilgisi, görgüsü, herşeyi çok farklı olunca, sizden farklı düşünüp farklı yapacaktır. Siz "Ben olsaydım yapmazdım, ya da şöyle yapardım.." derken, hala "Siz" olarak mantık yürütürsünüz, "O" olarak değil..
Gene de, olaylara bir de onun gözü ile bakmaya başlamak, belki onu biraz daha iyi anlamanıza yetebilir ve bu minicik anlayış bile mucizeler yaratabilir..
İkimizin Hikayesi'ni ikiniz de görün.. Belki sizin de hikayenizdir..
***
"İnsanlar niye çapraz bulmacalar çözerler?..
Büyük sorulara yanıt bulamazken, küçük sorulara yanıt vererek ve tam sayfa bir bulmacayı tamamladıklarında, çok büyük bir başarıya ulaştıklarını düşünerek mutlu oldukları için.."
İkimizin Hikayesi'nde öyle diyorlar..
"Sevişmek, 'Seni seviyorum' demektir. Öpüşmek ise 'Seni beğeniyorum!.."
Bunu da İkimizin Hikayesi'nde diyorlar..
Güle güle!..
Gözleri nemliydi Fatih Hoca'nın hava limanında, "Dönmek için gitmiyorum, başaracağım" derken..
İtalyanlar "Roma'da ikinci olmaktansa, Napoli'de birinci ol" derler.. Fatih Hoca, bu lafın sahiplerine, tersini iddia ederek gidiyor..
Napoli'de birinci de değil, İmparatorken, Roma'ya gidiyor. Onu ayakta yumruklarını sıkmış ileri uzatmış bekleyen milyonlara gidiyor.. Baş parmak yana açık.. Ya yukarıya dönecek.. Ya aşağıya..
Zafer ve ölüm, bu kadar yakın birbirine, İtalya'da..
Dünyanın en ünlü, ama en korkunç, en acımasız ligi bu..
Fatih Terim, Galatasaray'a geldiğinden bu yana, kitabı yazılacak, bilimsel araştırmalara, romanlara konu olacak bir değişim geçirdi.
İmparator, başlangıçta onu saklayan iğreti bir maske iken, dört yılın sonunda, üzerine tıpa tıp oturan bir kostüm oldu.
Kendisini taparcasına seven bir ülkeden, Avrupa'nın en büyük takımlarından birinden hayatına yepyeni bir "İddia" koymak için kalktı.. Kendi elleri ile kurduğu altın yaldızlı sarayları, pırlanta işlemeli tahtı bir anda bıraktı ve gitti.
Bu karar, Fatih Terim'in yüreğinin aldığı boyutların göstergesidir.
Başarılı olması, bu ülkenin bütün insanlarını mutlu edecektir.
Dualarımız seninle hocam..
Yolun açık olsun!..
Başaracağına, biz de en az senin kadar inanıyoruz!..
TEBESSÜM
Büyük ikramiye çıkan Temel'i üç ay sonra bakkal, kasap ve borçlu olduğu diğer esnaf yolda çevirmişler ve "Sana ikramiye çıktığı halde üç aydır niye borcunu ödemiyorsun"? diye sormuşlar.
"Zengin oldu değişti, demesinler diye" demiş, Temel.
Yeni liman, eski kafa..
Yeşilköy Dış Hatlar yenilendi, kafa gene ayni..
Pasaport kontrolu için sırada bekliyorsunuz önce. Gişenin önüne geliyor, pasaportunuzu uzatıyorsunuz, ama 15 dakika bekliyorsunuz. Çünkü o sırada arkadan bir polis yaklaşıyor, altı tane pasaportu elden bırakıyor, sizin memura.
Torpilli bir aile, yandan geçmiş içeri.. Bir polis memurunu uşağı gibi kullanıp pasaportları yolluyor ki, damga vurulsun diye, kendileri kahvelerini içerken..
Bu çirkinlikten ne insanlarımız vazgeçti, ne polislerimiz.. Bu iş hatır için mi yapılıyor.. Ceplere birkaç kuruş mu konuyor, bilmem.. Ama vatandaş öyle ağır yorumlar
yapıyor ki.. Bu ayıptan vazgeçin.. Eğer diş geçiremediğiniz "Birinci sınıf/ Ayrıcalıklı" vatandaşlar varsa, hiç değilse bunların işlemleri için içerde gizli bir ofis açın da, torpili herkesin gözü önünde yapıp, millete, kendi polisine ve devletine küfür ettirmeyin ne olur?.. Önüne geleni VİP'e aldılar, yetmedi. Hala dışarda kalanlar var demek..
Bu arada..
Elindeki biniş kartından ve anonslardan uçağı kaçırmak üzere olan vatandaşlar için bir gişe ayırmak ve bu durumdakilerin, sırada bekleyenlerle tartışma hatta kavgalarını önlemek, çok mu zor?..
Acile, ihtiyaca çözüm yok.
Ama torpilliye hizmet hep var..
Ah benim Osmanlı kafam ah!..
BİZİM DUVAR
Erbakan'dan alışılmış savunma: "Kaset montaj." Hoca montaj sanayiini bir şekilde ülkeye monte etmeye kararlı.
Hakan & Utku
SEVDİĞİM LAFLAR
İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır. Çünkü kimse aklından şikayetçi değildir.
Montaigne
İSKİ diye bir laçka kuruluş ki..
Yardımcım Ercan "Hıncal Bey, iki gündür sularımız akmıyor" dedi..
Bu sıcaklarda akmayan sular sadece Ercan'ın Bayrampaşasında değil..
İstanbul'un pek çok yerinde sular akmıyor..
İSKİ'ye sorarsanız özür bin..
Ne var ki insanları özürler değil, sular ilgilendiriyor..
Bu kurumun nasıl laçka olduğunun bir gösterisini geçen hafta izledik..
İstanbul'un pek çok semtinde akmayan sular, Ortaköy sokaklarında iki gün boyu güldür güldür aktı..
İnsanlar caddede karşıdan karşıya geçemediler. Zaten sıkışık trafik iyice yavaşlayıp kilit oldu..
..Ve İSKİ, İstanbul'un sularından sorumlu Genel Müdürlük parmağını kıpırdatmadı..
Pardon kıpırdattı.
Biri gelmiş, bakmış "Ana boru patlamış, bu beni aşar" demiş gitmiş.. Seni aşarsa, aşamayan gelir değil mi?..
Bu uygar ülkelerde olur.
Orada sorumlu insanlar, yerleşmiş kurumlar vardır. Bizdeki gibi başıboş laçkalıklar değil..
Orada görev yapan trafik polisleri geldiler..
"Hıncal Bey kaç defa telefon ettik..
Hafta tatili yapıyorlarmış. Pazartesi gelirlermiş.."
Bunu kime söylüyorlar..
Hafta sonunda tatil yapma yerine, burnundan ter damlayarak görev yapmaya çalışan, ek olarak bir de sellerle boğuşan devletin memuruna..
Belediye kurumlarında çalışanların canı can, devlete çalışanlarınki patlıcan çünkü..
İstanbul Anakent Belediye Başkanı eğer bu kente ve bu kentin insanlarına karşı birazcık sorumluluk duyuyorsa, derhal bir soruşturma açtırır.
Tüm bir hafta sonu boyu Ortaköy'ü felaket bölgesine çeviren, İstanbul'un o zerresi kıymetli suyunun tonlarcasının denize dökülmesine "Ben tatil hakkımı kullanıyorum" diyerek seyirci kalan bu sorumsuzlara, Genel Müdüründen başlayarak öyle cezalar verir ki, bir daha hiç kimse böyle bir ayıbı göze alamaz..
Bu olayın sorumluları bulunmaz ve cezalandırılmazsa, İstanbul belediyesinde her türlü rezilliğin yapanın yanına kar kalacağının bir örneği daha verilmiş olur..
Bakın Baylar, telefonla aranmak istemiyorum..
Yanıtınız varsa, lütfen yazılı olsun..
Varsa..
Güneş!..
Dünyanın en dalgın insanıdır Güneş Tecelli.. Dalar ve unutur.. TRT'nin tek kanal olduğu devirlerde Cenk Koray ile Tele-Spor'u sunarlarken, sanatçıları aralarında paylaşırlarmış. Birini Güneş, birini Cenk..
Canlı yayında sıra Güneş'te..
Yenilerden biri stüdyonun kenarına gelmiş görüntüye girmek için Güneş'in anonsunu bekliyor..
Güneş'in kafa bembeyaz..
Ne kızı hatırlıyor, ne şarkılarını..
Sessizlik uzar gibi olunca, konuşuyor:
"Sayın seyirciler, şimdi ekrana gelecek sürprizi size Cenk Koray sunacak.." Cenk yıkılıyor.. Kız onun payında olmadığı için hiçbir fikri yok.. Topu atacağı başka sunucu da yok..
Nasıl kan ter içinde kalıyor Cenk düşünebiliyor musunuz?..
(Yahu Cenk, şu Güneş'i anlatan
bir yazı yazsana..)
Güneş'in bu huyunu bildiğimden, yazılarını dikkatle okurum.
Bu haftaki yazısı da geldi.. Şükrü Gülesin ile ilgili bir anısını naklediyor.. Lafa "Baba Recep" diye başlamış..
"Baba Şükrü" diye devam ediyor.. Güldüm, düzelttim..
Cumartesi sabahı gazeteyi bir aldım.. Eskisi gibi.. "Recep" diye başlıyor yazı..
Bre aman.. Meğer Yasemin, Güneş'in yazısını önce bilgisayara girmiş, sonra önüme koymuş.
Ben işi bitmiş yazıyı düzeltmişim,
boşu boşuna..
Sıcaklar, hem Güneş'in, hem de Yasemin'in başına vurunca, Baba Recep'i de hatırlamış olduk işte..