İki "mucid"in geliştirdiği erken uyarı sistemi, son "İstanbul depremi"ni 26 saat önceden haber vermiş...
Henüz kayıtları gören yok...
Ancak söylenen o ki; cihaz, depremin nerede olacağını aşağı-yukarı tahmin ettiği gibi, büyüklüğünü de üç aşağı beş yukarı öngörmüş...
Ne var ki, bulgular kamuoyuna açıklanmamış...
Gerekçe:
"Panik olmasın!.."
Şimdi, bilim çevrelerinde ve kamuoyunda, konuyla ilgili iki unsur birden tartışılıyor.
Önce, ölçümleri yapan cihazın bilimsel açıdan taşıdığı değer...
Onyıllardır dünyanın en büyük ve ünlü araştırma merkezlerinde depremlerin önceden belirlenmesine ilişkin çalışmalar yapılıyor.
Şu ana kadar, bir depremi önceden saptayan "tek bir cihaz" bulunabilmiş ya da icad edilebilmiş değil.
Ancak, tek bir cihaz olmasa da, doğadaki farklı değişimleri saptayan ölçüm aygıtlarının verilerinin bir araya toplanıp bir senteze varılmasıyla bazı tahminler yapılabiliyor.
Yine de; -Çin'deki bazı denemelerin dışında- dünyada hiçbir büyük deprem önceden saptanamadı...
Şimdi; Türkiye'de, deprem uzmanı olmadıklarını kendileri de söyleyen iki mühendisin bulduğu bir cihaz, yeryüzü canavarının ayağa kalkışını önceden görebiliyor ve gösterebiliyor... İddia bu!..
Cihazın işleyişi şöyle:
Deprem olmadan önce, yeraltında oluşan gerilim, yerüstüne, elektrostatik enerji halinde yansıyor..
Cihaz, işte bu elektrik enerjisini ölçüyor..
Bu enerjinin artışına göre, deprem tahmininde bulunuyor.
Büyük araştırma merkezlerinin onyıllardır bulamadığını, kendi hallerinde iki Türk mühendisi bulmuş olamaz mı?
Dünya "keşif ve icadlar" tarihindeki pek çok önemli bilgi ve bulgunun, "tek başına" çalışan "Arşimed"lerce bulunduğunu bilmeyen var mı?
Hatta, kimi zaman rastlantılarla...
O nedenle; bu cihaza ve mucidlerine, "İntihza ve tebessüm"le bakmak yerine, bilimselliği üzerindeki tereddüd ve tartışmaları ortadan kaldırmak gerekir...
Eğer kaldırılamıyorsa, bu cihazı tedavülden kaldırmak gerekir...
Çünkü; konu son derece önemli ve duyarlıdır..
Daha bir yıl önce insanlık tarihini en büyük facialarından birini yaşamış bir toplumun umutlarını boşa çıkaracak bir girişim, orta şiddette bir deprem kadar yıkıcı olur.
Konunun ikinci yanı; saptanan bilgi ve bulguların ne zaman ve hangi durumlarda halka yansıtılacağı keyfiyetidir.
4.2'lik son İstanbul depremidir.
Bilgi halktan gizlenmiştir. Dün gizlenmişse, bugün de başka verilerin gizlenmekte olmadığını kim söyleyebilir?
Buna kim karar verecektir?
Deprem konseyi mi, daha üst bir kurum mu?
Olası bir deprem öncesinde; yetkilerin gerekli önlemleri alması mı önemlidir, halkın bir süre yaşadığı binaları terketmesi mi?..
İşte böylesine yaşamsal bir konuda "depremi önceden saptadığı söylenen cihazın" bilimselliği daha da önem kazanır..
Yoksa, yapılacak her "erken uyarı" sonuçta bir "yalancı çoban hikayesi"ne dönüşebilir ki; en vahim sonuç da budur.
O nedenle; kavurucu sıcaklarda gösterilen erken duyarlılığın toplumun çok daha "diken üstünde" olduğu deprem konusunda da gösterilmesi gerekiyor.
...Ve bekleniyor!
Toplumun ve bu toplumu oluşturan bireylerin depreme ilişkin duyarlılığı, yaşamlarını dolaylı ya da doğrudan ilgilendiren başka alanlarda göstermemesi ise bambaşka bir hikaye, ama son derece çarpıcı bir paradokstur..
Demokratik yaşamı geçiyoruz bir kalem!.. Geçmeyip de ne yapacaksınız.. Bütün ihtilaller, yani "siyaset depremleri" erken uyarı vere vere, göstere göstere gelmedi mi?
Ama bireysel yaşamlarla ilgili "duyarsızlıklar" bir kalem de geçmeye gelmez...
"Kalbin depremi" de göstere göstere gelir... Ama kimin umurunda! "Çağdaş" bir mesleği icra eden dostum By-Pass ameliyatından birkaç ay sonra elinde sigarayla kendini yakalayanlara şöyle diyordu:
"Yukardakiyle mukavelem var. Birşey olmaz!.."
Aynı kişinin, deprem konusu açıldığında gizleyemediği korkunun ise tuhaf ve açıklanamaz bir çelişkiydi...