Bir ülkenin ne ölçüde "demokratik" olduğunu anlamanın en kestirme yollarından biri, "tehdit değerlendirmesi"ne bakmaktır. Hiçbir demokratik ülke yoktur ki, "tehdit değerlendirmesi" içe yönelik olsun. Demokratik ülkeleri, demokratik yapan temel niteliklerinden biri, "iç tehdit" algılamasına sahip olmamalarıdır. Demokrasi, farklılıkları kapsayıcı; farklı çıkarların, kurallar içinde temsiline ve iktidar yarışına açık bir sistemdir. Böyle bir sistemde, haliyle "iç tehdit değerlendirmesi" olmaz.
Türkiye'de işlerin şirazesinden çıkmasıyla, "tehdit değerlendirmesi"nin 28 Şubat kafası tarafından "içe yönelik" yapılmasının yakın ilişkisi vardır. 28 Şubat brifinglerinde, başta medya mensupları, iş adamları, yüksek yargı organları mensupları ve akademiyanın büyük bölümü, kendilerine içirilen "tehdit değerlendirmesi" hapını, fazla sorgulamadan ve kafalarını çalıştırmaya zahmet etmeden yutuverdiler.
Üstelik öyle bir "tehdit değerlendirmesi" tarifi idi ki, hiçbir metodoloji anlayışına uymuyordu. "Ayrılıkçı terör" ile "şeriat devleti kurma özlemleri" ikisi birden, eş zamanlı ve aynı sırada. Öncelik yok. Hangisinin öncelikli olduğu, bir grup cunta eğilimlisinin o sırada kendi amaçları açısından uygun gördüğü, "siyasi gündem"e bağlıydı. Böyle bir "tehdit değerlendirmesi"nin ciddiyeti yoktu ama pratik faydaları vardı. "Psikolojik savaş" taktikleri bir güzel kullanıldı. Hükümetler "demokrasi faulü" yapılarak alaşağı edildi. Liberal düşünce boğazlandı.
"İç tehdit"i -üstelik ikili- esas alan bir "değerlendirme" kaçınılmaz olarak kendi toplumuna karşı otokratik-totaliter bir mevzilenmeye doğru kayar. Nereden baksanız, "tehdit kaynakları", Türkiye'nin "sosyolojik gerçeklikleri"dir ve halkın bir kesiminden beslenmektedirler. Dolayısıyla, "iç tehdit", kendi halkınızın belirli kesimlerinin siyasi eğilimlerini sistem içine almayı değil, ona karşı hasmane bir tavır almayı ve buna uygun karşı koyma araçları geliştirmeyi, ister istemez, öngörür. "İç tehdit", "iç barış"ın dinamitlenmesinin, demokrasinin kundaklanmasının bir başka adıdır.
Türkiye'de işlerin son zamanlarda ikidebir raydan çıkması, 28 Şubat üretimi olan "tehdit değerlendirmesi"nin tortularının sonucu. Bu zihniyet yüzünden, 312. madde nalıncı keseri gibi çalıştırılıyor. Ve, Türkiye'nin Avrupa yollarına mayınlar döşeniyor.
Sadece onunla kalsa... Bu "iç tehdit değerlendirmesi", Türkiye'nin Orta Asya ve Türk Dünyası şansını da berhava etmektedir. Dış politikayı perişan etmiştir. Türk Dünyası, adım adım Rusya'nın, hatta Rusya-Çin ekseninin kontrolüne, petrol ve doğal gaz yollarıyla birlikte terkedilmektedir.
"Şanghay beşlisi" adını taşıyan ve 1996'da Şanghay'da yaptıkları toplantı nedeniyle bu adı alan ülkeler, Tacikistan başkenti Duşanbe'de 5 Temmuz'da biraraya geldiler ve "Şanghay Forumu" adını benimseyerek ilişkilerini kurumlaştırmaya başladılar. Duşanbe'de; Rusya, Çin, Kırgizistan, Kazakistan, Tacikistan beşlisine, İslam Kerimov'un Özbekistan'ı da "gözlemci" statüsüyle dahil oldu.
Biraraya geldikleri zemin nedir biliyor musunuz? Orta Asya'daki;
1. Etnik ayrılıkçılık, 2. Terörizm, 3. İslam köktendinciliğine karşı işbirliği. Bu amaçla, Kırgız başkenti Bişkek'te bir "Anti-Terörizm Merkezi" oluşturulmasına, Rusya'nın Çeçenistan'a, Çin'in Uygur Türklerine karşı yürüttüğü politikanın desteklenmesine karar verdiler.
Türkiye'nin kendisinin söz konusu "tehdit değerlendirmesi" ile o bölgede bir manevra alanına sahip olmasının imkânı var mı? Daha komiği, bir süre önce İsmail Cem'in Bişkek'e koşup, "terörizmle mücadele anlaşması"na imza koymasıydı. Rusya ve Çin, Orta Asya'yı çekip götürüyorlar; Türkiye, buna "sağdıçlık" yapar manzarada.
Sabah akşam, "İslami tehlike" ile kalkıp yatarsanız -çünkü 'tehdit değerlendirme'niz böyle- İslam Konferansı Örgütü'nde de hiçbir ağırlığınız olmaz. Türkiye gibi bir ülke, İKÖ'nün Genel Sekreterliği'ne talip oldu ve kaybetti. Bu, olacak şey midir?
Orta Asya'da Türk dış politikası tam anlamıyla erozyon halinde. Ortadoğu'da ve İslam Konferansı Örgütü'nde ağırlık kalmamış. Avrupa yollarında mayınlar...
Ne kalıyor geriye? "İç tehdit"le uğraşmak. Çıkmaz sokak...