kapat

09.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
iku
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Beni bir serseri gibi göstermenize üzüldüm

Mesut Yılmaz'ın büyük oğlu Yavuz Yılmaz'la konuştum. Önceki gün bu köşede Türkiye'deki başbakan çocuklarını konu alan yazımda Yavuz Yılmaz'la ilgili bazı iddialar vardı. Yavuz Yılmaz şimdiye kadar hakkındaki iddialara cevap vermediğini belirterek "Ama bir serseri gibi anlaşılmak istemiyorum, bu nedenle bazı yanlışları düzeltmenizi rica ediyorum" dedi. Konuşmamızı size de sunuyorum.

* Nerede okuyorsunuz?

- Washington'da.

* Hangi ünivesite?

- George Washington.

*Babanızın evi var mı?

- Hayır babamın Amerika'da evi yok. Bugüne kadar da hiç olmadı.

* Trafik kazası yaptınız mı?

- Evet yaptım.

* Ne zaman?

- Galiba birbuçuk yıl önceydi.

* Alkollüymüşsünüz?

- Kesinlikle değildim.

* Elçilikten yardım görmediniz mi?

- Hayır, yanımda arkadaşlarım vardı, zaten korumam da yok.

* Polise gittiniz mi?

- Tabii, zaten kaza anında geldiler, ifadeler alındı.

* Sonra ne oldu?

- Mahkemeye çıkardılar, galiba 30 dolar para cezası verildi.

*Ehliyetiniz alındı mı?

- Hayır, zaten o sırada Türk ehliyetim ile araba kullanıyordum.

* Peki o elçilik görevlisi iddiası nereden çıktı.

- Öyle biri var, ama benimle ilgisi yok.

* Neyle ilgisi var.

- Kastedilen kişi elçilikteki bir garson. İşten çıkarılmıştı.

* Tanıyor muydunuz?

- Hayır tanımıyorum, adam işten atılınca Türkiye'ye dönmüş.

* Mermilerle yakalanmış?

- Evet doğru, yanında mermi varmış, gözaltına alınmış.

* Çok içki içer misiniz?

- Çok değil, ama içerim, ama bugüne kadar hiç sızmadım.

*Öyle anlatmıyorlar ama?

- Doğrudur, Başbakan oğlu olunca çaresiz kalıyorsunuz.

*Barlara gidiyorsunuz?

- Gidiyorum, Amerika'da arkadaşlarımız var. Herkes gibi biz de bir bara gidip içki içeriz ama o kadar.

* Yani hiç sarhoş olmadınız?

- Barlarda ya da sokaklarda içip sızmadım, evde içtiğimde sarhoş da olmuşumdur, ama bunda ayıp bir taraf yok.

* Elbette yok.

- Serseri gibi tanınmak istemem.

* Öyle bir kastım da yok.

- Sadece sizi kastetmiyorum, ama dışımızda yürütülen dedikodular ister istemez beni de etkiliyor.

* Başbakan oğlu olmanın zorlukları vardır.

- Tabii ki biliyorum, ama ben dedikoducuların anlattığı gibi biri değilim, yapılanlar beni üzüyor.

*Hakkınızda anlatılan çok şey var?

- Evet, çoğunu biliyorum, mesela Eymür'ün sitesinde de var.

* Nedir o?

- Benim üniversiteye rüşvet vererek girdiğimi yazıyor.

* Niye böyle yazıyor?

- Nedenini bilmiyorum, belki babama yönelik bazı kızgınlıkların sonucudur.

* Ama rüşvet iddiası en azından bir para konusu olduğunu göstermez mi?

- Zannediyorum, benim ve arkadaşlarımın George Washington Üniversitesi'nde oluşturmaya çalıştığımız bir fonu yanlış değerlendirmişler.

* Ne fonu bu?

- İki ülke arasında öğrenci alışverişi sağlamak için bir fon oluşturmak istedik.

* Ne olacak bu fonla?

- Türkiye'nin iyi ve parlak öğrencilerine George Washington Üniversitesi'nde eğitim ve burs olanağı sağlanacak.

* Bunun için mi fon oluşturuluyor.

- Evet, babamla da konuşmuştum bunu. Bizden öğrenci gideceği gibi, Amerikalı öğrencilerin de Boğaziçi gibi üniversitelere gelmesi düşünülüyordu.

* Hiç kavga ettiniz mi?

- Hayır etmedim, hele babam başbakan olduktan sonra ister istemez çok dikkat ettim.

* Ama bazı yerlerde gazetecilerle tartışmalar oldu?

- Evet, maalesef, bir yere gidiyorum, fotoğraf çekmek istiyorlar, tartışma çıkıyor.

* Ama tartışma sizinle değil korumalarla oluyor.

- Evet, birkaç kere oldu.

* Zaten benim eleştirdiğim de bu, galiba korumalar zaman zaman işgüzarlık yapıyor.

- Belki öyledir, ama ben her seferinde sorun çıkmasını önlemeye çalıştım.

* Türkiye'ye gelecek misiniz?

- Okul bitince tabii ki.

* Ne düşünüyorsunuz?

- Elbette bir işim olacak, inşallah iyi bir evlilik yapacağım, ama bunlara üzülüyorum.

* Nelere?

- Önce de dediğim gibi hakkımdaki doğru olmayan şeylere?

* Haklısınız da, Başbakan oğlu olmanın sorumluluğu?

- Dediğim gibi iş yapacağım, evleneceğim, niçin insanlar benim hakkımda yanlış kanıya kapılsınlar.

* Babanızın politik yaşamıyla ilgileniyor musunuz?

- İlgileniyorum, ama içinde olmuyorum, zaten okuyorum.

* Mesela Yüce Divan konusunda ne hissettiniz?

- Amerika'da da çok sordular.

*Nasıl sordular?

- Baban Yüce Divan'a giderse ne yaparsın diye.

* Siz ne dediniz?

- Giderse Yüce Divan'ın kapısında beklerim, babam o benim.

BENİM NOTUM: Yavuz Yılmaz'ı bugüne kadar hiç görmedim, düne kadar da hiç konuşmadım. Ancak gerek konuşması gerekse nezaketi ile iyi yetişmekte olan bir delikanlı portresi çizdiğini söylemek isterim. Başbakan oğlu olmanın sorumluluğunun farkında elbette. Ama tıpkı diğer başbakan çocukları gibi çaresiz olduğunu biliyor. Buna karşın son derece samimi ve açık sözlü.

Güzelliklerden bu kadar kolay vazgeçmemeliyiz
Yeni ekonomi sözünü çok duyuyorsunuz. Açıkçası tam anlamış değilim, kastedilen yeni üretim ve kazanç kaynakları ile bunların yansımaları. Örneğin iletişim sektöründeki yenilikler ve gelişmeler yeni ekonomiye örnek. Yansımaları ise her konunun bir kazanç kapısına dönüştürülmesi. Ama bu olurken, hızla bazı değerlerimizi ve güzelliklerimizi de yitiriyoruz. Daha çok kazanmak güzellikleri alıp götürüyor. İşin kötüsü, herkes "bir kenarından da ben kazanırım" düşüncesi ile hiçbir şeye ses çıkarmıyor. Nereye geleceğim, söyleyeyim. Yeniköy'de, iskelenin 10 metre solunda yıllardır gittiğim bir kahve vardır. Tahta sandalyeleri ve masaları olan bu kahve yaz ve kış özellikle sabah saatlerinde olağanüstü güzeldir. Pastaneden poğaça, simitçiden simit ya da bir büfeden sandvicinizi alır, koltuğunuzun altındaki gazeteleri masanın üzerine yayar keyif yaparsanız. Çayı enfestir, manzarası da, hele o motorların kalkma ve yanaşma anlarında çok hareketli ve güzeldir. Geçen hafta içinde bir sabah o keyfi yeniden yaşamak istedim. Bir de ne göreyim, kapıya "dışarıdan yiyecek getirmek yasaktır" levhası asılmış. Tahta masa ve sandalyeler, iğrenç verzalit masa ve sandalyelerle takviye edilmiş. Kahveci sözde işi geliştirip kahvaltı vermeye başlamış. Çirkin plastik tabaklar, çatal bıçaklar eşliğinde millet yumurtalı kahvaltı yapıyor. İçerisi yine tıklım tıklım, belli ki herkes o estetikten yoksunluk havasında mutlu, ne yapabilirim ki. Kahveci haklı, artık daha çok kazanıyor besbelli. Bir çınar ağacının dallarını tek tek keser gibiyiz. Ağaç bir gün kuruyacak, sonra kafamızı duvarlara vuracağız.

Böyle olur bizde YÖK
YÖK ne işe yarar artık anlamakta zorluk çekiyorum, gerekli midir, gereksiz mi, yoksa başındakiler mi sorun, işler arapsaçına döndü. YÖK rezaletlerine bir yenisi İzmir'de, 9 Eylül Üniversitesi'nde eklendi. Biliyorsunuz üniversite rektörlerini "YÖK'ün önerisi" üzerine Cumhurbaşkanı atıyor. YÖK de rektör adaylarını belirlemek için üniversitelerden üçer isim istiyor. Üniversiteler seçim yaparak rektör adaylarını belirliyor ve YÖK'e bildiriyor. Bunun doğru olanı nedir? Yapılan seçimlerde en çok oy alan 3 adayın ismi Cumhurbaşkanı'na arzedilir. Ondan sonrası artık Cumhurbaşkanı'nın takdirine kalır. Cumhurbaşkanı bu üç isimden biri seçer. Ama YÖK, herhalde "Seçilecek kişi bize yakın olmalı" diye düşünerek seçim sonuçlarını hiçe saymaktan çekinmiyor. Bunun son örneği İzmir 9 Eylül Üniversitesi'nde yaşandı. Üniversitenin tüm öğretim üye ve görevclilerinin katıldığı seçimlerde Prof. Dr. Emin Alıcı 449, Prof. Dr. Fethi İdiman 389, Prof. Dr. Faik Sarıalioğlu 142 oy aldı. Seçime katılan Orhan Uslu, Özcan Gökçe ve Güzin Gökmen ise birer oy aldılar. Belli ki bu son üç adaya sadece kendileri oy verdi. Bu durumda Alıcı, İdiman ve Sarıalioğlu'nun Cumhurbaşkanı'nın onayına arzedilmesi gerekir değil mi? Hayır YÖK öyle yapmamış. Yüksek oy alan ilk iki profesörü bir kenara bırakmış, üçüncü olan Prof. Dr. Faik Sarıalioğlu ile sadece birer oy alan Özcan Gökçe ve Orhan Uslu'yu rektör adayı olarak önermiş. YÖK'ün gerekçesi "Adaylar arasında şiddetli rekabet var, bu üniversiteye zarar verir." Demek ki rekabet olursa, canının istediğini seçmek de mübah oluyormuş.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır