Erbakan yakın dostu Kazan'a, geceleri bir türlü uyuyamadığından yakınıyordu:
- Sabaha kadar uyku girmiyor gözüme, diyordu; bir sağa, bir sola dönüp duruyorum yatakta..
Kazan:
- Efendim, dedi, geceleri yatağa girince, gözlerinizi yumup bir koyun sürüsü düşününüz ve koyunları tek tek bir çitten öteki tarafa doğru saya saya atlatınız; bir, iki, üç, dört, beş diye... Sonunda mutlaka uyursunuz..
Bir hafta sonra Kazan, yine saygılarını sunmaya geldi Erbakan'a ve sordu:
- Koyunları sayma yöntemiyle uyumaya başladınız mı geceleri?
Erbakan:
- Yok, dedi, önce koyunları kendi tarafımdan mı karşı tarafa, karşı taraftan mı kendi tarafıma atlatacağımda kararsız kaldım.. Sonunda karşı taraftan kendi tarafıma atlatmaya karar verdim ve başladım saymaya. Beş bin koyun benim tarafıma geçtiğinde de, o kadar koyunu görünce dayanamadım nutuk söylemeye kalktım. Nutuk da sabaha kadar sürdü ve yine uyuyamadım..
Deniz Baykal, Türkiye'deki yuttur kaydır politikalarından usanmış ve siyasal hayattan vazgeçerek kendini giyim sanayiine vermeye kalkmıştı...
Önce bir terzi atölyesi kurdu ve atölye şefini çağırarak:
- Dikeceğiniz pantolonlar tek paçalı olsun, dedi.
Atölye şefi büyük bir şaşkınlık içinde:
- Nasıl olacak yani, dedi, tek paçalı pantalon?
- Giydiğimiz pantolonlar iki paçalı değil mi? Bizim diktiklerimiz iki paçalı olmayacak, tek paçalı olacak...
- Neden efendim?
- Politikacı olduğum dönemlerde sık sık kürsülere çıkar ve halka, "Sizleri hayatta koltuk değnekleriyle zar zor tek ayak yürümeye mahkum ediyorlar. Ancak biz sizleri koltuk değneklerinden kurtarır ve iki ayağınız üstünde dimdik yürüme özgürlüğüne kavuşturabiliriz" diye nutuklar söylerdim. Halk bizi yeğlemediğine göre, tek paçalı pantolonlar yapmamız gerekiyor. Madem istemiyorlar iki ayaklarıyla yürümeyi..
Söylentilere göre Çiller de, antika koleksiyonculuğuna merak sardırmış. Parti propagandası için gittiği kuytu kasabalarda bile, babadan dededen kalma antika bir parçaya rastlar mıyım acaba, diye sağa sola bakınıyormuş usulca...
Hatta bir köy muhtarının evinde, cami imamı olan büyük dedesinden kalma, sedef kakmalı bir rahle bile bulmuş ve hemen satın almayı önermiş muhtara.
Muhtar:
- Bu da bizim küçük bir hediyemiz olsun size, diye bedava vermiş rahleyi...
Çiller eşine dostuna antika rahleyi gösterirken:
- Kaça aldım biliyor musunuz, diye soruyor; sonra da ekliyormuş:
- Bedavaya bedavaya..
Yine bir propaganda gezisinde emekli bir bucak müdürünün evinde, İznik porseleninden çok eski bir kâseye rastlamış Çiller..
Emekli müdür kâsenin milyarlık değerini bilmediğinden, kedisine vermek için yemek artıklarını koyuyormuş içine...
Evden ayrıldıktan sonra bir zamanların ekonomi hocası, sadık partililerden birini çağırmış yanına:
- Hemen, demiş, demincek çıktığımız emekli müdürün evine git. Kedisini çok beğendiğini söyle ve satması için beş milyon teklif et kendisine. Mırın kırın ederse; beş milyonu, ona çıkar. Kediyi satınca da, "çanağını da beraber alayım, onda yemeye alışık" de ve hemen kap gel porselen kâseyi. Kediyi de gideceğimiz illerden birinde bırakırız..
Çiller'in sadık partilisi, derhal koşmuş emekli müdürün evine:
- Demincek kedinizi çok beğendim, demiş, acaba lütfedip bana satar mısınız. Mesela beş milyona...
Müdür:
- Beş milyon az, demiş.
- Peki on milyon olsun...
- Tamam canım tamam, siz yabancı değilsiniz...
Kedi bir sepete konmuş. O sırada Çiller'in sadık adamı:
- Şey, demiş, çanağını da alayım, onda yemeğe alışık madem..
Emekli müdür:
- Çanak olmaz, demiş, o çanak sayesinde sattığım on beşinci kedi bu...