Dün çok sıcaktı... Belki bugün de öyledir, kimbilir... Dayanılır gibi değil... İnsanın parmağını oynatası gelmiyor.. Bir de üstüne ağır rutubet...
Doktorlar sürekli uyarıyor..
Gölgede durun...
Ağır şeyler yemeyin..
Bol su için...
Sıcak yine de "bana mısın" demiyor...
Doktorların uyarısına inat; binlerce kişi dün önce AKM'de, bunaltıcı bir salonda toplanıyor...
Sonra yakıcı öğle güneşinin altında camide ve mezarlıkta kavruluyor..
Sıcak dayanılır gibi değil...
Lakin, mazeret (!) dinleyen yok ki!
Kemal Sunal gidiyor... Sıcağa rağmen...
Maalesef tören tamamlanıyor...
Toprak onu da alıyor...
Güneş yakıp kavurmaya devam ediyor tepede...
Barış Manço'nun ölüm haberi ise yağmurlarla gelmişti...
Mevsim kıştı...
Aylardan Ocak...
O gün yağmura inat, geceden itibaren evinin önünde toplandı insanlar...
Cenazesi sırasında güneş açtı...
Bir kaç saatliğine kış güneşi...
Sonra, toprak onu da aldı...
"Kuşlar uçmaz, güller soldu
Yüce dağlar duman oldu
Belli ki gittiğin yerden
Kara haber var..."
Barış için de AKM'de tören yapılmıştı. Kemal Sunal için de...
Acının tarihi iki yıl geçmeden tekerrür etti..
Neden herkesin aklına Barış Manço geldi Kemal Sunal ölünce?
Cenaze törenlerinin "hüzünlü görkemi" miydi benzerlikleri çağrıştıran?..
Biri yazın kavurucu sıcağında, öteki kışın yağmurlarında göçüp gitti..
Yaşları neredeyse aynıydı...
Ölüm sebepleri de...
Ani kalp krizi...
Her iki ölümün ardından koca bir ülke ahalisini, acının ortak paydasında buluşturan neydi gerçekte?
Hiçbir ölüm haberi duyulduğunda bu kadar sarsıcı olmamıştı.. Ölenlerin "genç" ve ölümlerin hiç beklenmedik olması mıydı sadece?
Bizce bir başka neden daha vardı:
Vicdan muhasebesi...
Her iki ölümün ardından söylenenler ve yazılanlar; aslında daha önce yaygın biçimde hiçbir zaman konuşulmamış, telaffuz edilmemişti.
Barış Manço da, Kemal Sunal da sevilmesine çok sevilmişlerdi...
Emeklerinin karşılığını alabilmişler miydi (o tartışıldı, tartışılıyor) ama aç ve açıkta değillerdi asla...
Lakin, ölümlerinden önce konuşulmayan, ölümlerinden sonra (hemen, birkaç saat sonra) konuşulmaya başlanan başka birşey vardı:
Misyonları...
Birinin sadece sevilen şarkılar, ötekinin gülünen filmler yaptıkları sanılıyordu.
Oysa, birinin, Türkiye'nin değerlerini, inançlarını, kültürel zenginliklerini ve farklılıklarını şarkılarda buluşturan harikulade bir sentezin mimarı olduğu ölünce farkedildi..
Ötekinin, saflığa özlemin simgesi olduğu; herkesin içinde yaşayan iyilerin, kötülere galebe çalmasının umudunu yansıttığı ölünce anlaşıldı...
Ölümlerinden sonraki gazeteleri tarasanız bu çerçevede yazılmış yüzlerce, binlerce yazı bulursunuz..
Ölümlerinden önceki gazeteleri tarasanız bu minvalde yazılmış bir tek satır dahi bulamazsınız.
Her ikisinin de bu coğrafyada yaşayan insanlar için taşıdığı anlamlar, öldükleri anda fark edildi...
Bıraktıkları boşluğun, sanılandan büyük olduğu hissedildi; o nedenle acı da sanılandan büyük oldu...
Rüzgarları kesilince iklim değişti... Bardaktan boşanırcasına yağmur ya da yakıp kavuran sıcak ondandı belki de...
Ve biz farkında değildik onlarla yaşarken...
Ya da...
Vaktimiz yoktu düşünüp taşınmaya...
Şimdi vaktimiz çok...
Ama bu kez de...
Onların yok...
Dün çok sıcaktı, çok...
Dağladı geçti yürekleri...