KABOTAJ Bayramı etkinliklerinde en anlamlı mesajları çıkaran kuruluşlar arasında Deniztemiz Derneği/Turmepa da bulunuyor. İstanbul Boğazı ve Marmara'nın kirletilmesine karşı canla başla çalışan, bir çok olumlu girişime imza atan Deniztemiz, Kabotaj Bayramı'nda da bizzat başkanı Rahmi Koç'un ağzından, bu konudaki kararlılığını tekrarladı. 1970'lerde ortalama 8 mg/litre olan çözülmüş oksijen miktarının Kumkapı-Bostancı açıklarında 3.5 mg/litre'ye gerilediğini açıklayan dernek yetkilileri, "Denizlerin ve çevrenin kurtarılması için yarın çok geç olabilir" uyarısını yaptı; herkesi göreve çağırdı.
BİZ de bu uyarıya, kirliliğin bir başka boyutuna dikkat çekerek katkıda bulunmak istiyoruruz. TAEK Çekmece Araştırma Merkezi'nin resmi saptamalarına göre sadece Tuna Nehri'nden yılda 50 bin ton petrol Karadeniz'e akıyor, oradan da bizim iç deniz ve sularımıza; tabii ki Marmara'ya giriyor. Deniz yüzeyindeki petrolün bir kısmı foto-oksidasyonla buharlaşıp atmosfere karışıyor, diğer bölümü deniz dibine doğru su kütlesinde dağılıyor.
HAM petrolün denizlere girmesi salt toksik ağır metal birikimi açısından sakınca yaratmıyor. Bu noktada, ağır metal birikiminden belki de çok daha tehlikeli olan "doğal radyoaktif madde birikimi" ile karşılaşıyoruz. Yani radyoaktif kirlilik sadece Çernobil kazası gibi endüstriyel felaketlerin sonucunda değil, denizlerin kimyasal kirlenmesiyle de sinsi sinsi kendisini gösteriyor. Doğal radyoaktif maddelerden özellikle polonyum-210, uranyum-238 ve sezyum-137, bu yolla akarsularımıza, denizlerimize ve elbette ki Marmara'ya karışıyor. Yapay gübre, böcek öldürücü, deterjan ve fosil yakıtların tüketimi sonucu doğaya karışan atıklar da aynı doğal radyoaktif maddeleri içeriyor.
DOĞAL radyoaktif kirliliğinin önlenmesi için sadece İstanbul'u, Boğaz'ı ve Marmara'yı koruyacak bir şemsiye açmak yeterli değil. Sorun ulusal sınırları da aşıp "uluslararası konsept" gerektiren boyutlara yelken açıyor. "Ne yapılabilir?" sorusunun yanıtını yarın, yine TAEK'in saptamaları ışığında arayacağız.