Atatürk Kültür Merkezi'nin Büyük Salon'unda yüz yüze durduk; o "meçhule giden son gemi"nin güvertesinde, ben rıhtımında o geminin...
Rıhtımda kimler yok ki: Sinemacı-tiyatrocu arkadaşları; kapıcısından polisine, köylüsünden seçmenine, belediye başkanından "yavuklu"larına dostları...
Ter, gözyaşı olarak damlamakta bedenden...
O, Kemal Sunal, hayatın bir "inci" damlası olarak son kez provasına hazırlanıyor gibi ölümün o "mukadder" sahnesinde...
Hayatının bir parçası "Seni Unutmayacağız" pankartında, bir parçası "Propaganda"daki profiliyle gümrük memurlarının elinde, ama sevgisi ve acısı ve yokluğu taşkın bir sel olarak yüreklerde...
Atıf Yılmaz, bütün komedi oyuncularını Ali Özgentürk'ün çekeceği "Balalayka" filminde rol almaya çağırıyor; "gidin" diyor, "Ali'den Kemal'in rolünü isteyin. Çünkü sinema kalıcıdır."
Ardından Müjdat Gezen, salonun ışıklarını yakıyor:
"Vefalı bir arkadaşımızdı. Ama oyunda kırmızı kart çıkardı, şimdiyse soyunma odasında..."
Rutkay Aziz, replik veriyor:
"Türk toplumuna gülme hakkının olduğunu kanıtladı."
Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın ardından, sanki "Hababam Sınıfı"nın yeni bir versiyonu çekilecek gibi "Hoca Mahmut" kapatıyor perdeyi bir "Fatiha" ile...
Ve gemi meçhule demir almak üzere, eller üzerinde Atatürk Kültür Merkezi'nden Teşvikiye camisine yol alıyor.
Bu "ara" limandan sonra, son durak "Zincirlikuyu."
Gemi gidiyor, rıhtımda eşi Gül kalıyor, oğlu Ali kalıyor, kızı Ezo kalıyor.
Gül de ağlıyor, Ali de, Ezo da...