Aynalar...
Ekran politikacılığı...
Şimdi tek marifet bu.
Eğer naklen yayın yoksa Meclis Müzakerelerine katılmaktan cayanlar bile var.
Şov olsun da ne olursa olsun...
Onların bu zaafı, koskoca Milletvekillerini, reklam filmlerinin fahri figüranı bile yapmıştır.
Tenezzül, sonsuz.
Çünkü tribünler dolu.
Milyonlarca seyirci.
*
Ne var ki, ekrana çıktıkça bir şeyler kazanacağını zannedenlerin -bilakis- çok şeyler kaybettiğini de biliriz.
Ama çare yok.
Ekran, onlarda kriz derecesine varan bir tutku halindedir.
Dibinde kendini çok beğenme duygusu yatıyor olmalı.
Aynaya bakıp bakıp:
-En etkili, en iyi konuşan benim.
-Halkım bu gece yine beni bekliyor. Halkım beni görmeden edemiyor.
-Ben ben ben.
Yeni bir şey duymanız ve öğrenmeniz mümkün değil.
Bir sürü laf.
Çoğu da tekrar.
*
Önünüze gelen davetiyelere bakın... Açılış, kapanış, sergi, fuar, ne varsa... Programda ne yazıyor? Mutlaka "bir Bakan'ın katılacağı, hatta bir konuşma yapacağı."
Yalan da olsa böyle.
Efendim, küçük bir kurnazlık... Televizyon kameralarını oraya çekmek için davet sahibi firma tarafından düşünülmüş ince bir taktik.
Öyle ya...
Bakan Bey orada olursa, toplantı mutlaka ekrana gelir. Zaten gelmezse hadise olur.
Demek ki, (gelse de gelmese de) davetiyeyi yollarken Bakan Bey'in ismini zikretmekte hiç sakınca yok...
Görüyor musun?.. Kaç türlü hafiflik.
*
Renkli televizyonlarımızı ve çanak antenlerimizi seveyim.
Aman dostlar, dikkat. Bu bir hazım işidir.
Teknoloji hovardalığıyla ve haberleşme konforuyla birdenbire çıldıran şu Türkiye, "ekran politikacılığı"nda lütfen biraz sakin ve efendi olmalıdır.
Politikacılara tavsiyemiz:
-Kendinizi fazla kaptırmayın...
Yüzünüzü eskitmeyin.
Haydi bir kısmını sineye çekelim, ama bunun bir hududu olmalı... Kızılay'a tam kan bağışında bulunacakken televizyon kameraları gelmediği için kan vermekten cayıp hışımla ceketini giyenler, doğrusu benim kanıma dokunuyor.
Meseleyi "radyoyla büyüyen nesillerin televizyon karşısındaki görgüsüzlüğü" olarak izah edip kimseye mazeret arayamayız.